Kuzeyf’in Köpekleri | Arap Hikayeleri

Flood'un Yayınlandığı Tarih:29 Aralık 2019 @ 07:26

KUZEYF’İN KÖPEKLERİ; Milyonlarca kar tanesi kâinatı beyaza boyarken, ölümü hatırlatan bir sessizlik içerisinde, yeryüzüne düşüyorlar. Uzak diyarlarda; karların dansını izlerken, ellerime sığınan sıcak Arap kahvesinden bir yudum alıyorum. Kahvenin acı tadı, bir hatırayı canlandırıyor.

  • İtalya ve Fas yolculuklarımda yüzlerce hikaye biriktirdim. Başka milletlerin öykülerinde, benzersiz tadlar alabilirsiniz. İşte bu kahvenin meş’um tadı gibi, SÂİF’in ve KUZEYF’in KÖPEKLERİ’nin öyküsü de, ruhumda hem çok acı, hem çok tatlı izler bırakmıştı. Bir çöl gecesi hikayesi!

  • Karların bembeyaz örtüsü, çölün kızıl kumları gibi zihnime saldırırken açığa çıkan bu hikayeyi size anlatacağım. Önce başa dönelim. Kaos’la güzelliğin buluştuğu Marakeş şehrinden bir arkadaşımın arabasıyla, ıssız çöl diyarına yola çıkarken, tek isteğim çölde bir masal gecesiydi.
  • Hayatım boyunca merak ettiğim çöllerde bir gece geçirmek istemiş ve dostum da beni bir bedevinin kara çadırına bırakıp gitmişti. Eski bir masal gibi, unutulmuş bu yerde çok iyi misafir edilmiştim. Buraya ‘mağribin kızıl gülü’ diyorlardı, en batıdaki ıssız ve eşsiz yer manasında…
  • Bedevi kabile lideri Amr el Farouk; sararmış sakallarını kaşıyarak; hırıltılı sesiyle, ’burası bir gül gibi vefâlı ve dikenleri gibi cefâlıdır’, derken; yan gözlerle beni süzmüştü. Erg Chebbi çölünün, Cezayir sınırına yaklaşan en uç kısmında, mehtâp bile ışığını kan kızılı yayıyordu.
  • Rahatsız etmeyen; koyun ve deve kokularının sindiği bu kara bedevi çadırında, kumda közlenmiş kahve ve zeytinli tereyağ ekmeğini sunmuşlardı önüme. Hayatım boyunca sessizliği en derinden hissettiğim, göğü süslemiş yıldızlar altındaki bu çölden başka da bir mekan hatırlamıyorum.
  • Amr El Farouk’un çadırında, karısı, peçeli yüzleri ve bir fincan kadar büyük kara sürmeli gözleriyle, iki kızı da yaşıyordu. Büyüğün adı; Zuleyha, küçüğünün adı ise Meyra idi. Farouk; çadırında yayılmış otururken, kızlar develeri ve koyunları güdüp, sütler ve peynirlerle uğraşıyorlardı.
  • -Zuleyha hiç okula gitmemiş, Meyra ise hem okumuş, hem de zehir gibi İngilizce konuşabilen, son derece zeki bir kızdı. Konuşmalarımızı tercüme ederken, babasına bişey söyledi ve babası başıyla onaylayınca da peçesini açtı. Endülüs ressamlarının çizdiği gibi, karakterli bir yüzü vardı.
  • Evin anası hastaydı. Kapkara derisi ve yüzündeki kedi tırmıklamış gibi dövme izleriyle, çölle bütünleşmişti. Çadırın köşesinde yatarken, bana; “Kuvvetli bir ağrı kesici var mı, belim, gece gündüz sızlıyor“, demişti. Çantamda güçlü bir ağrı kesici olduğunu, adeta çöl hisleriyle anlamıştı.
  • İlacı içip; derin bir tevekkülle Elhemdulillah, dedi. Az sonra ağrıları azalınca da yüzünde bir tebessüm belirmiş, Allah senden razı olsun, demişti. Bu durum kocası Farouk’un da hoşuna gitmiş, nasırlı elleriyle, sırtımı sıvazlamıştı. Ve; birden çadırdan devasa bir köpek içeri girdi.
  • Köpek öylesine büyük ve güçlü bir görüntüdeydi ki; anlamsız bir korkuyla yerimden sıçrayıp köşeye kaçmış ve sürmeli kızların alay konusu olurken utanmıştım. Bedevi Farouk; elleriyle köpeği gösterip; “Bunlar; KUZEYF KÖPEĞİ’dir. Bağdat’tan geldiler, çok âsil ve kıymetlidirler“, dedi.
  • Neden, Kuzeyf Köpeği diyorlar, var mı bir hikayesi diye sordum. Gözleri zümrüt gibi parladı. Kumda közlenen kahve cezvesini aldı, fincanları doldurdu. Benim 5 dakikada bitiremediğim acı ve sıcak kahveyi bir yudumda içti. Meyra’nın uzattığı yastığı, sırtına koydu ve anlatmaya başladı.
  • Ben bu dehşet hikayeyi, unutmamak için, üç beş satır karalayarak not etmiştim. Şimdi karların, sanki ağır çekimle yeryüzüne iniyormuş gibi bu sükunet manzarası altında, kahvemi yudumlarken tekrar hatırladım ve kendi eklemelerimle genişçe yazdım. İşte; KUZEYF’İN KÖPEKLERİNİN ÖYKÜSÜ!

  • Bir zamanlar Bağdat’ın ‘Kuzeyf’ kasabasında, Sâif isimli bir adam yaşardı. Heybetli, gür sesli, çetin bir adamdı. Karısı ve iki çocuğu vardı. Baba mesleği olan sepetçilik yapar ve bu şeyhler, emirler, köleler, fukaralar ve kılıçlar diyarında hiç kimseye muhtaç olmadan geçinip giderdi.
  • Kuzeyf; Halifenin akrabası bir Emir tarafından yönetiliyordu. Halkın çok kısmı fakir, diğer kısmı ise oldukça zengindi. Emir, şatafatlı sarayında her gece ziyafetler düzenler, biâtlar alır, keyif sürerdi. Sâif; bu biâtlara asla gitmemiş, rızkına râzı, ama Emir’e öfkeli derin bir insandı.
  • Sâif’in evi, kasaba mezarlığına yakındı. Bir gün eve dönerken, kulağı kesik, devasa ama çok zayıf bir köpeğin, bir mezarı eşelediğini gördü. Aç köpeğe acıdı ve akşam yemeği için aldığı az miktar eti köpeğin önüne attı. Köpek ona minnetle bakarken; ’Rızkı veren Allahtır’, dedi ve gitti.
  • O gece yatağında ter içerisinde sıçradı. Öyle bir bağırmıştı ki, karısı korkusundan yataktan düşmüştü. Saif; sesi titreyerek rüyasını karısına anlattı. Rüyasında, insan boyunda yüzlerce köpeğin kasabaya saldırıp herkesi parçaladığını, köpeklerin Sâif’in evlerine doğru geldikleri, bir anda, karısı ve çocuklarını yan odaya sakladığını, kapıyı kilitlediğini ve bedenini aç köpeklere sunduğunu anlattı.
  • Saif, korkuyla karısına baktı ve şöyle dedi; ’Çocuklar ağladı, Köpekler yaklaşırken, Allahım yardım diye bağırdım, son bir kez sizi görmek istedim ve kapıyı açtım.
  • Sen bana bakıp; ’’Sâif bizi kurtar’’ dedin. Çok çaresizdim. Tüm eşyaları sizin odanın kapısının önüne yığdım. “Allahım; köpekler beni parçalasınlar ama karım ve çocuklarıma merhamet et, onları koru, diye dua ettim. Onlarca köpek dişlerini boynuma geçirdiği anda da, rüyadan uyandım’’.
  • Kadın, cesaretiyle meşhur heybetli kocasının, bu ürkek hâlinden çok endişelenmişti. ’Sen hiç rüya görmeyen bir adamsın, bu rüyan pek hayra alâmet değil, yarın ki kazancını fukaralara dağıt’, dedi. Saif; bir bardak su içti. Sabah ezanının sesiyle biraz sakinleşti. Karısına şöyle dedi;
  • “Sadaka verecek kadar kazanmadığımı biliyorsun hanım, çocukların rızkını dağıtacak gücüm yok. Biraz para biriktirirsem ilk iş dediğini yapacağım, sana söz. Neticede bu bir rüya ve ‘hayırdır inşallah’ deyip, unutmaktan başka da yapacak yok.“ Sâif, abdest alıp, namazını kıldı ve uyudu.
  • Ertesi gün dükkandayken, şatafatlı elbiseler giymiş, asker ve korumalarıyla gülüşen; Emir’in oğlunun, esnafa ve eşrafa paralar saçarak yürüdüğünü gördü. Saif; Emir’in oğlunun kendisi üzerine de para saçtığını görünce, paraları topladı ve Emir’in oğlunun üzerine doğru hışımla yürüdü.
  • Şimdiye kadar bu zalimlerin kibir gösterilerine hep sessiz kalmıştı ama bu defa kendine hâkim olamadı ve paraları Emir’in oğluna doğru fırlatıp; ‘’Bu yaptığın hem israf, hem de, fakir fukarânın hakkı olan malı, yağmalamaktan farksızdır’’, dedi. Emir’in oğlu bu ifadelere çok kızmıştı.
  • Herkesin içinde aşağılandığını düşünen Emir’in oğlu; -Ben devletin, halifenin şerefini temsil ediyorum, sen kimsin, hadsiz bedevi! Görmez misin esnafın, halkın tamamı keyiflendi, sana ne oluyor da fitne çıkarıyorsun, dedi. Saif; Emir’in oğluna yaklaştı, Kuzeyf’in doğusunu gösterdi.
  • Sâif; -Devletin şerefini temsil etmek istiyorsan, git Kuzeyfin arka sokaklarında, açlıktan can veren fukaralara ve savaş yetimlerine sahip çık. Bil ki; kibir ve israf gösterisi, şeytanın işidir, Emirlere şeref kazandırmaz! deyince; Emir’in oğlu köpürerek, adamlarına hiddetle bağırdı.
  • ”Ne kadar para dağıttıysam hepsini geri toplayın, esnaf da bu fitneci adamdan nefret etsin ki, akılları başlarına gelsin. Ayrıca vergi ve kiralarınızı da artırıyorum. Başınıza gelenlerin hepsinden; şerefimize, devletimize küfreden, bu hâin adam sorumludur’’ deyip, yürümeye başladı.
  • Esnaf; Sâif’e çok kızmıştı. Emir’in oğlundan özür diliyor, af diliyor, ayaklarına kapanıyorlardı. Emir’in oğlu kararından dönmedi ve tam oradan ayrılırken, o kulağı kesik, iri ama zayıf köpek Emirin oğluna doğru havlamaya başladı. Oğul; askerlerden kırbacı alıp köpeğe öldüresiye vurdu.
  • Sâif acılar içinde kıvranan köpeğe durmadan vuran Emir’in oğlunun kırbacını yakaladı ve kendini köpeğin önüne atarak; -’Hıncını gurebâ, savunmasız bir köpekten çıkarma bre zalim, vuracaksan bana vur’ dedi. Esnaftan bazısı gülünce; Oğul yine aşağılandığını düşünüp çıldırmıştı.
  • Oğul; kırbacı tek gözü kör; iri yarı bir koruması olan askerlerden birine verdi. -Bu adama tüm gücünle 100 defa vur, dedi. Tek gözü kör asker; kırbacı aldı, Sâif’e baktı; Sâif heybetli vücudunu Askerin önüne doğru eğdi. Asker; Saif’in her tarafını kanatıncaya kadar vurmaya başladı.
  • Köpek, kendini Sâif’e yapıştırıyor, vücudu kanayan Sâif’in yanında ağlıyor gibi cılız sesiyle havlıyordu. Sâif; 100 kırbaçla tamamen halsiz kalınca, Emir’in oğlu, kemerindeki altın hançeri çekti ve oracıkta köpeğin boğazını kesti. Sâif; zorlanarak köpeğin boğazındaki yaraya dokundu.
  • Saif’in, köpeğin kanamasını durduruacak kadar gücü yoktu. Esnafa, eşrafa yardım için baktı. Elini uzattı, köpeği işaret etti. Ama korkudan sinmiş olan ahali, tüm bu olanlar karşısında sessizce izlemekle yetiniyordu. Emir’in zalim Oğlu, zavallı köpeğe ve Saif’e tükürerek oradan ayrıldı.
  • Saif’i karısı ve çocukları oradan almaya geldiler. Saif; ölü yatan köpeğe baktı. -Benim yüzümden öldü bu köpek, oysa çenemi tutsaydım, sadece 3-5 kırbaç yiyecekti, dedi. Karısı ve çocuklarıyla köpeği gömdüler. Sâif; köpekten helallik istedi. Birkaç gün sonra da iyileşip, işine geri döndü
  • Esnaf; Sâif’le konuşmuyordu. Hem, Emir’i kızdırmış, esnafın beleş kazancını uçurmuş, hem de vergilerin artmasına sebep olmuştu. Halk da, Sâif’ten sepet almayı kesmiş, maddi dar boğaz başlamıştı. Esnaf; Sâif’ten, Emir’in oğlundan özür ve aman dilemesini istedilerse de, Sâif bunu reddetti.
  • O akşam, evde sadece eşi ve çocuklarına yetecek kadar yiyecek vardı. Sâif; kendisi tokmuş gibi yapıp aç kaldı.
    Hanımı,
    -Tüm bunlar bir köpek yüzünden başımıza geldiyse, senin gördüğün rüyaya işaret ediyor, dedi. Saif cevap vermedi.
    kadın;
    -niye susuyorsun, bir köpek için değdi mi!, deyince;
  • Sâif biraz sesini yükselterek;
    -Köpeğin suçu yok, bunlar zalim emir ve haysiyetsiz oğlu yüzünden başımıza geldi. Allah kerimdir, yat uyu, dedi. Ertesi gün Saif; dükkanındaki malı eşeğe yükleyip, başka kasabaya satmaya giderken, atların üzerinde 11 asker; Sâif’in etrafını sardı.
  • Sâif; hayırdır demeye kalmadan, askerler onu yere yatırıp zincirlediler. Askerlerden biri;
    ’’Kuzeyf Emiri Şeyh Numan bin Hamed adına, cinayetten tutuklusun’’dedi. Başka bir asker hızla Sâif’in dükkanına girip darmadağın ettikten sonra, kanlı bir hırka ve bir hançerle dışarı çıktı.
  • -Asker, hırka ve hançeri halka gösterdi;
    ’’İşte suç aleti ve öldürdüğün askerin kanlı hırkası burada, kaçmaya çalışırken yakalandın’’ dedi.
    Hem Sâif, hem de esnaf olan biteni dehşetle izliyordu.
    -“Ben kimseyi öldürmedim o hançer ve hırka da dükkanıma nasıl girdi, bilmiyorum“, dedi.
  • Askerler; “derdini kadıya anlat“ deyip, onu yaka paça götürdüler. Öldürülen kişi, Emir’in oğlunun korumalarından biriydi. Tartışma olduğu gün, Sâif’i kırbaçlayan bu tek gözlü asker, gece evinde öldürülmüştü. Emir’in oğlu da; Sâif’i işaret etmiş ve deliller de bulununca tutuklanmıştı.
  • Kadı çok kızgındı. Sâif, kadıya; -Ben o gece ailemin yanındaydım, evet bu adam beni, Emir’in oğlunun emriyle kırbaçlamıştı, ama ben, bişey yapacak olsam öfkemi bu emir kulu askere değil, Emirin oğluna gösterirdim. Bana bir komplo kurdu, adâleti tahsis edin, ve gerçek suçluyu bulun, dedi.
  • Kadı; -Hem Emir hazretin oğluna hakaret etmişsin, hem şimdi delillerle açık ki, bir askeri intikamla öldürmüşsün; şimdi de haşmetli efendimizin oğlununun, senin gibi bir çöl bedevisine tuzak kurduğunu mu söylüyorsun! Bre gâfil; sen adâleti oyuncak, kadıları da aptal mı sandın, dedi.
  • Sâif; satılık hâkimin, buz yüz ve kindar sözünde adâletin kırıntısını dâhi göremeyince benzi soldu. Sesi titredi ve artık bir câni olarak yargılanacağını anladı. -Kadı Efendi, ben katil olsam neden hançeri ve kanlı hırkayı dükkanıma koyayım, fukara bir bedeviyim ama ahmak değilim!
  • Kadı;
    -Kaçarken yakalandın, dedi.
    -Kaçmıyordum, eşraf benimle alışverişi kesince, rızık için köylere malımı satmaya gidiyordum. Tüm esnaf şahittir.
    Kadı hiddetlendi;
    -Öldürdüğün asker de rızkı için çalışıyordu. Bir gözü kördü. Şimdi geride karısı ve yetimleri kaldı, suçunu itiraf et!
  • Sâif bağırmaya başladı;
    -Sen Allahtan kormaz mısın? İşlemediğim bir suçu neden itiraf edeyim, dedi!
    -Buraya gelen her katil senin gibi konuşur!
    Sâif sakinleşemiyordu;
    -Ben ne kadar katilsem, sen de o kadar adâletlisin! Emir’in oğlu bana düşmanlık etti diye, adâleti satamazsın!
  • Saif anlatmaya devam etti; -O gün; milletin parasını kibir için savuşturan ve bir köpeğe zulmeden güç sahibi, Emir’in oğluna, meydan okuyan ben; aldığı emirle bana kırbaç vurdu diye bir cana nasıl kıyarım Kadıı! Köpeğin canı için kırbaca eğildim, ama Emir’e de, şahlara da eğilmedim!
  • Sen emirin kadısı değil, Allahın emrettiği adâletin kadısı isen; Adâletli ol, hem; esnaf herşeye şahittir, çağırın ve dinleyin onları’ deyince; Kadı, homurdanan yardımcılarına baktı ve esnafı mahkemeye şahitlik için davet etti. Herkes mahkemede hazırdı. Ama hiçbiri Sâif’e bakmıyordu.
  • Sâif’in korktuğu başına geldi; Esnafın tamamı Sâif’i bozguncu ve ulu’l emre, devlete itaat etmeyen bir âsi olarak resmettiler. Sâif esnafa; ’20 yıl alışveriş, komşuluk yaptık, tek bir suçumu gördünüz mü’ dedi. Esnaf; görmedik ama meğer gerçek yüzünü saklamışsın, sen katilsin, dediler.
  • Mahkemeyi izleyen Emir’in oğlu keyifliydi. Esnafa öncesinden, tüm vergi borçlarının silineceğini, kiraların düşeceğini ve ödüllendirileceklerini söylemişti. Sâif; Emirin oğluna ve satılmış esnafa son bir kez baktı. -‘Anlaşılan mevlâ size lânet etmiş ve beni de vesile kılmış’, dedi.
  • Kadı bu sözlere iyice sinirlendi, esnaf ve Emirin oğlu söylenmeye bağırmaya başladılar. -Hâine ölüm, idam diye çığırdılar. Sâif’i elleri ve ayaklarından bağlayıp,zindana götürdüler. Karısı ve çocukları ağlıyor, atlar kişniyor, gök gürüldüyor ve masum bir adamın hayatına kıyılıyordu.
  • Çölde yer altı zindanlarından birine götürülmeden önce, günlerce işkence edilmişti Sâif’e. Aç bırakılmış, fare ve böcekler yaralarını kemirmişti. Günler sonra kendine geldiğinde, bir asker idam edileceği tarihi okudu. 3 gün kalmıştı. Sâif; karısını ve çocuklarını çok merak ediyordu.
  • -İdamdan bir gün önce ;imama; -Son isteğim karım ve çocuklarımdan helallik istemektir. Yarın; ölü bir adam olacağım, diye ricada bulundu. İmam, vicdanlı çıktı ve askerlere ‘Ölüm mahkumunun son isteği, halifenin emridir, yerine getirilmelidir, ’dedi. Askerler karısını zindana getirdiler.
  • -Perişan haldeki karısına bakan ve o ana kadar hep metanetini koruyan Sâif’in gözü doldu. Hiç kimse karşısında eğilmeyen, vicdanlı ve yiğit bir adam olan kocasını, zayıflamış, yara bere içerisinde gören kadıncağız hüngür hüngür ağlamaya başladı. ’’Allahım biz sana ne yaptık’’ dedi.
  • -Sâif; -Kulun zulmünü, Allah’a mal etme. O Kerimdir. Bütün bunların sebeb-i hikmeti, O’nun katında gizlidir. Bak günlerdir, yaralarımı aç kalmış fareler böcekler yiyor. Onları bile adâletsiz komayan Allah; bizi de unutmaz, deyince, Karısı; hep, o rüya, dedi. Sâif yine bu konuyu kapattı.
  • -Karısı; -Her yere, herkese gittim. Kadı’nın evi önünde ağladım, Emir Efendiye mektup yazdım. Komşulara esnafa yalvardım ,kimse sana sahip çıkmadı. Beni ve çocuklarımızı ittiler, taşladılar! Kan kustum, dedi, Sâif; -Ey güzide meleğim, kendini heder etme, ölüm hakkın emri, sen dua et,dedi.
  • Karısı çekinerek;
    -O askeri sen mi öldürdün, bana doğruyu söyle, deyince Sâif;
    -Bunu bana nasıl söylersin deyip, boynunu büktü. Elleriyle gözlerinden düşen yaşları gizlemeye çalıştı. Kadın kocasının elini tuttu
    -Ne yapayım Sâifim, ben de çaresiz, kimsesiz, zâif ortada kalakaldım, dedi.
  • Gardiyan bağırdı.
    -Zaman doldu!
    Sâif; karısının gözlerine bakarak,
    -Şah ve oğulları çok zalim, insafsız. Benden sonra, sana da kıyarlar. Vasiyetim şudur; çocuklarla birlikte bu toprakları terk et. Ben masum olduğumu bildiğim için; Hakkın huzuruna dik gidiyorum, dedi. kadın yine ağladı.
  • Sâif, karısına zoraki bir tebessümle baktı;
    -Sen hâla çok güzelsin, başka diyarlara göç et ve orda uygun birini bulunca evlen. Çocuklar babasız kalmasın. Bana söz ver; yarın beni göm ve buralardan git.
    Karısı iki büklüm;
    -Söz veriyorum, gideceğim, dedi.
    Gardiyanlar, kadını çıkardılar.
  • -İmam; Sâif’e bir Kuran-ı kerim bıraktı.
    -Oku ve Allah’tan af dile, deyip gitti. Sâif yaralı elleriyle Kuran’ı açtı ve ve karşısına çıkan ilk ayeti okudu. ”SİZ; ALLAHIN DİLEDİĞİNDEN BAŞKASINI DİLEYEMEZSİNİZ” (İnsan/30.) Saif bu ayeti defalarca okudu.
    Ve kendi kendine şöyle dedi;
  • ’Ey; tüm zorbalık, nankörlük ve sana karşı vefâsızlığına karşın; rahmeti ve adâletiyle insana hükmeden Allahım! Başıma gelenler eğer ki; senin dilemenle olmuş ise; 1000 başım olsa, 1000 başımın üstünde yeri var. Bu vesileyle beni affet, ve geride kalan aileme de merhamet et’’ dedi.
  • Bir heyhûla yükseldi. Zindandan yayılan kokudan burnunu kapatan Emir’in kibir sunağı oğlu ve askerleri içeri girdiler. Sâif’i ayağa kaldırdılar. Emir’in oğlu ona bakarak;
    ’’Bak gördün mü, üç paralık, kıymetsiz bir hayatın varmış! Ayaklarıma kapan da, belki seni affederim’’, dedi.
  • Sâif;
    -Affı sadece Allahtan dilerim! Seninle, ölüm diyarında muhakkak karşılaşacağız, dedi
    Oğul;
    -Vayy; o kulaksız köpek gibi devlete havlıyorsun ha!
    Sâif;
    -O KÖPEK SANA DEĞİL EY EMİRİN OĞLU! KUZEYF KAVMİNİN KADERİNE HAVLADI!
    Oğul;
    -O halde o köpek gibi geber, deyip, oradan ayrıldı.
  • Sâif; toprakla abdest alıp, namazı bitirdiği anda korkunç bir gürültü duyulur, fareler, böcekler dahil, zindandaki tüm mahkumlar kızılca kıyamet haykırmaktadır. Haydutlar zindanı basmış ve hertaraf kan revan içerisinde kalmıştır. Gardiyanları öldürüp Sâifi ve mahkumları esir alırlar.
  • Uzak bir diyarda köle pazarında satılan Sâif, bir gemiye esir kürekçi olarak verilir. Endülüs’e giden gemide 3 yıl esir hayatı yaşar. Heybeti, dayanıklılığı ve itâati sayesinde, onu Orduya asker olarak alırlar. Sâif, orduda kısa sürede yükselir. Ve seferlere komutan olarak katılır.
  • Bağdat’a bir sefere, gönüllü katılmak isteyen Sâif’in isteği devrin komutası tarafından kabul edilir. Sâif; intikamı değil, yıllardır âkibetini merak ettiği, karısı ve çocuklarını bulmayı arzu etmektedir. Devasa ordunun yan birliklerinden birine komuta ederek, Bağdat’a yola çıkarlar.
  • Bağdat’a yaklaştıkça tüm askerleri bir korku, endişe sarmıştır. Zira yolda denk geldikleri kasabalarda, bir hastalık/vebâ yayılmış; açlık, kargaşa, haydutluk her tarafı talan etmiştir. Saif doğduğu kasaba olan Kuzeyf’in durumunu merak eder. Birlikleriyle Kuzeyf’e doğru yola çıkar.
  • Sâif karısına, ölürsem Kuzeyf’i terket demişti. Ama ölmediğine göre, karısı acaba hâla orada mıydı?
    Mola verdikleri bir yerde, köylü;
    -Kuzeyf’e gitme, orası perişan oldu! Vebâ sizi de bulur, telef olursunuz deyince, Sâif; askere burada beklemelerini söyler ve tek başına Kuzeyf’e gider.
  • Koyu kahverengi toprak evleriyle gecenin ürkütücü sessizliğini, yüzlerce Kuzeyf Köpeğinin uluması boğuyordu. Kendisini tanırlar diye, yüzünü kapatan Sâif, kasabanın girişindeki Emir’in sarayına yaklaşır. Saray harab olmuştur. Korkunç pis kokular, akbabalar, köpekler, vebalı cesetler…
  • Kuzeyf evleri birer mezarlığa dönmüştür. Sâif kendi evini, ailesini merak etmektedir. Atı huzursuzlanır, o tarafa doğru bir türlü gitmez. Saif atını bağlar ve evine doğru yol alır. Kuzeyf Köpekleri toplu olarak ötede bir yerde havlayıp, ulumaktadırlar. Sâif de; köpek seslerini izler.
  • Köpekler Sâif’in evinin yanındaki mezarlığa doluşmuştur. Kuzeyf’in kibirli Emirleri ve sülâlelerinin de olduğu bu mezarlıktaki görüntüler ürperticidir. Aç köpekler mezarlardan dışarıya çıkardıkları cesetleri, kemikleri yemektedir. Kol, bacak, kafatasları, köpeklere yem olmaktadır.
  • Köpekler, canlı insan kokusu alınca Sâif’e bakarlar. Hepsi birden, üzerine saldırır. Sâif dehşetle koşmaya başlar ve yakındaki kendi evine girer. Ev boştur. Kapıyı kapatır ve “Allahım sen dilemedikçe benim dileğim beyhudedir! Ailem nerede, onları görmeden canımı alma, beni koru“ der.
  • Köpekler yakşırken, Sâif rüyasını hatırlar, herşey aynı rüyadaki gibi! -Ya rüyamdaki gibi yan odada karım ve çocuklarım varsa! Tam o esnada yan odadan tıpkı rüyadaki gibi çocukların ağladığını duyar. Yine tıpkı rüyadaki gibi, Allahım yardım diye bağırır. Yan odanın kapısını açar.

  • -Dehşet bir özlemle dili tutulmuştur. Ailesi oradadır. Karısı ona; ’’Sâif bizi kurtar’’ der. Sâif, ölümcül çaresizliğin içindeyken; bu nasıl olabilir diye, yüzbin hayret her tarafını istila etmektedir. Köpekler ise yaklaşmaktadır.Kapıyı kapatır ve tüm eşyaları kapının önüne set yapar.

  • Birden dış kapıyı zorlayarak kıran yüzlerce köpek, eve girer. Sâif köpeklerden biriyle göz göze gelince, onu hatırlar. Bu köpek, et verip, uğruna kırbaçlandığı, binbir çileye maruz kaldığı, fakat hayatını da kurtaramadığı kulağı kesik, ölü köpektir. Köpek; Sâif’e saldırmaz, sadece hırlar.
  • Kulağı kesik ölü köpek, zamanın veya rüyanın bu garip boyutunda, şimdi diğer köpeklerin lideri gibidir. Bu köpek saldırmadığı için diğerleri de Sâif’e saldırmaz. Sâif; köpeğin boynundaki hançer izini görür, içinde bulunduğu dehşetle aklını yitirmek üzereyken, Alllaaahhh diye bağırır.
  • Sâif haykırarak yatağında ter içerisinde sıçradı. Öyle bir bağırmıştı ki, karısı korkudan yataktan düşmüştü. Karısına baktı, eve baktı. Köpekler yoktu. Sanki zamanın ters-yüz bir ekseninde kıskıvrak hapsolmuş gibi titredi. Birden hüngür hüngür ağladı ve karısına sıkı sıkıya sarıldı.
  • -Karısına hiç birşey anlatmadan yatağından çıkıp koşarak çocuklarına gitti, onları doyasıya öptü, kokladı. Emin olmak için defalarca vücudunu, aklını yokladı. Duvardaki Kuran’a sarıldı. Gök gürledi. Hem karısı hem de çocukları; Sâif’in bu delirmiş gibi garip tavırlarından ürkmüşlerdi.
  • -Ertesi gün Sâif, dükkandaki tüm malları ucuza esnafa sattı. Tüm paraları da; karısının şaşkın bakışları arasında; Kuzeyf’in fukaralarına dağıttı. Karısı itiraz edince de Sâif;
    -Hatırla, rüyadan sonra sen bana, fukaraları doyur, demiştin! Karısı;
    -Ne rüyası, ne fukarası, ne oluyor Sâif!
  • Sâif, ev eşyalarını bir arabaya yükledi, karısına
    -Bu diyarlardan gitmemiz gerekiyor! Sana ilerde sebebini anlatacağım, ne olur Allah hakkı için beni kırma dedi. Karısı Sâif’in gözlerinden ve sesinin sahiciliğinden ürktü, endişeyle de olsa kabul etti. Atlar arabayı sürmeye başladı.
  • -Kasaba pazarından geçerken, Emir’in oğlu gösterişli ipek kıyafetleriyle esnafa şov yapıp, paralar saçıyor, esnaf da eğilerek, biât şiirleriyle, Oğul’un elini eteğini öpüyordu. Tek gözlü asker yavaşça kafasını çevirip; Sâif’e baktı. Aralarında bir bakışma yaşanırken, araba yol alıyordu.
  • -Atlı araba ilerlerken Sâif; iri ama zayıf, kulağı kesik o köpeğin Emir’in oğluna doğru havladığını gördü. Emirin Oğlu; havlayan köpeğe çok sert baktı. Saif hemen arabadan inip, köpeği yanına aldı. Emir’in oğluyla göz göze geldi. (Ah be Sâif; bunca olaydan sonra akıllanmadın be kardeş)
  • Emir’in oğlu; Saif’e ve köpeğe tiksinerek bakarken; Sâif;
    -BU KÖPEK SANA DEĞİL EY EMİRİN OĞLU! KUZEYF KAVMİNİN KADERİNE HAVLADI! dedi.
    Bu sözlere sinirlenen Emir’in oğlu kırbaca yöneleceği anda; camiden ezan sesi duyuldu. Allah büyüktür, Allah büyüktüüürr… Emir, yalaka esnafa döndü.

  • Münafıklık damarlarına kadar işlemiş olan Emir’in oğlu, Ezan’a saygı gösteriyormuş gibi, kırbacı askere geri verdi. İkiyüzlülüğün şehveti, öfkesine baskın çıkmıştı. Saif’e musallat olmaktan vazgeçti, ezanı dinledi. Saîf köpekle birlikte arabasına bindi, ve derhal çöle doğru sürdü.
  • -Kuzeyf gözden kaybolurken; Sâif’in karısı, kulağı kesik köpeğe ve kocasına baktı.-Sâif efendi, ne mırıldanıyorsun söyle de bilelim, dedi. Sâif;
    -Ne dilerse Allah diler, biz de ancak ona uyarız, dedi. Karısı tebessüm etti. Çölün altın sarısı kumları titrek bir rüzgarla ürperdi.
  • Saif’in hikayesinde; neyin gerçek, neyin rüya olduğu, kâf dağının arkasına nakşedildi. Hayat da öyle değil miydi? Her birimiz, muamma geleceğimizle, bulanık ve sonu belirsiz bir rüyada değil miydik? Öyle bir rüya ki bu hayat; ancak biz ölünce bu rüyadan uyanmayacak mıydık…?
  • -Kara çadır! Amr El Farouk, hikaye bitince yerinden kalktı. Çadırdan çıktı. Meyra’nın yanındaki Kuzeyf Köpeği bana baktı. Sarsıltım geçince, kıza sordum;
    -’’Bu köpeğin bir adı var mı’’.
    Meyra; köpeğin başını okşadı; adı, CESSAR dedi. Bedeviler için derin bir sözcüktü; CESARET demekti.

-Öykünün özüne ilişmedim ama üslûbumca yorumlayıp, anlattım. Daha önceki öykülerimi bitirirken söylediğim bir sözüm vardı;- ”Bana anlatmak, size de hisse kapmak düşer. KİM NE ANLARSA, HİSSESİ DE ANLADIĞI KADARDIR…”

Tweeti yayınız ki, herkes hissesini kapsın. Saygılarımla…

Yazar; Turan Felek

Abone ol
Bildir
guest
4 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm Yorumları Göster
Anonim
Anonim
5 yıl önce

Birbirlerini incitmeden yere düşen taneler gibi birbirlerini inciltmeden yaşasa insanlar

Anonim
Anonim
5 yıl önce

Ulan müziğin bile hüzün veriyor be

Anonim
Anonim
5 yıl önce

Çok çok güzeldi. Teşekkürler. Herkese okumasını tavsiye ederim.

Anonim
Anonim
5 yıl önce

Tebrikler,
Güzel bir hikayeydi,
Emeğinize ve gayretlerinize derin saygı duyduk…
İbret almak isteyen okur..
Saygılar…

mutlakaoku.com |
4
0
Bu konuda sen ne düşünüyorsun? Yaz Mutlaka Okunsun...x