Korkulu flood başlıyor. Bu gece Balkanlara uzanacağız. Hikayenin adı: “Kanlı Eller!” Toplaşın efendim!

- 1900’lerin başında Resne tarafında bir arabacıyı üç kişi kiralıyor. Şubat vakitleri. Hava soğuk, yer yer karlı. Arabacı hayli gönülsüz. İki çekerli faytonun etrafını çevirmişler. Arabacının inadından bezen yolculardan biri çekip gidiyor. İkisi hayli ısrarlı. Biri Üsküplü, bey ağa takımından bir adam. Diğeri hayli genç, İstanbul ağzı ile konuşuyor ve çelebi takımından olduğu çok belli.
- Yolcular kısa sürede Manastır’a inmek istiyor. Arabacı ne mevsime ne de yolunun geçeceği Baba Planina’ya (Baba Dağı) itimat ediyor. Üsküplü’nün acele bir bahçe işi var. Manastır’da bir mirasyediden yok parasına kapatacak. İstanbullu da tren istasyonuna vasıl olmak istiyor. Hem Üsküplü hem İstanbullu açınca kesenin ağzını arabacı ikna oluyor. Dualarla vuruyorlar kendilerini yolla. Fayton sallana sallana yol alıyor.
- Gece çöküyor. Hava sütliman. Lakin dağ yollarının orta mıntıkasında birden kar fırtınası patlak veriyor. Fırtınanın da tesiriyle göz gözü görmüyor. Faytonun lambaları yolcuların yüzünü, arabacının sırtını ancak aydınlatıyor. Arabacı yolculara sesleniyor, bu havada Manastır’a varamayacaklarını söylüyor. Yol kapanmasa bile fırtınada yolu kaybetmekten çekiniyor. Arabacı tam Balkanlı, sövecek ama zor tutuyor kendini. Fırtına şiddetini arttırıyor. Hayvanları zapt etmek, yolda kalabilmek namümkün.
- Arabacı birden atları ağaçlıklara doğru yönlendiriyor. Yoldan çıkıyorlar. Üsküplü bağırıyor ardından yoldan niye çıktın diye. Bu fırtınada yola devam edecek kadar deli olmadığını söylüyor arabacı. Yolun yakınlarında bir hanın olduğunu hatırladığını söylüyor. Böyle demesinin nedeni de şu, daha önce kışın pek oradan geçmediğinden hana yolu düşmemiş. Yıllar önce bir defa uğramış o kadar. Fırtına dinene kadar orada sabahlayalım kör şafakta bile olsa yetiştiririm sizi Manastır’a diyor.
- Kar taneleri yüzlerini kamçılıyor. Bir patikadan ilerledikleri şöyle böyle belli, ağaç yok hiç belli bir aralıkta. Uzaktan belli belirsiz bir bina karartısını kısmen görüyorlar. Balkan ayanlarının kasırlarını andıran iki katlı, genişçe, taştan bir bina. Pencereleri ve kapısı Frenk usulü. Pencerelerinde ışık yok. Faytonu bitişindeki ahıra çekiyorlar. At yok, saman yok, ışık yok, seyis yok. Hanın dibindeler hiç kıpırtı yok. Issız olduğunu anlıyorlar.
- Arabacıya çıkışıyor Üsküplü, han diye harabeye getirdin bizi diye. Resneli arabacı: “Ben sekiz sene evvel geldiğimde vardı yaşayan” diyor. İstanbullu’nun kar örtüsü altında ayaklarının altından çıtırdama sesleri geliyor. Arabacı fenerlerden biriyle eğilip bakıyor o yöne. Lamba ışığında kırılmış kemik parçaları ve eksik dişleriyle sırıtan bir kurukafa. İstanbullu’nun midesi kalkıyor. Arabacı sırıtıyor. “Ben de fena bir şey sandım more! Alt tarafı mevta imiş” diye alaya alıyor. Dağda kalıp ölen çok yolcu görmüş. Ya soğuktan ya çeteden!
- Hanın kapısına yürüyorlar. Fırtınanın şiddeti biraz azalır gibi oluyor. Kapıyı yumrukluyorlar ama açan yok. Kilitli olmadığını görüyorlar. Usulca içeri giriyorlar. Kimse yok sanıyorlar ama köşede bir yerde yanmakta olan bir gaz lambası var, soluk soluk ışık yayıyor. Diyorlar herhalde hancı var ama duymadı bizi. Belki toparlanıp gelir diye düşünüyorlar. Etrafa bakınıyorlar o esnada. Sedirler, oturaklar falan hep örümcek ağlarıyla, tozlarla kaplı. Uzun seneler kimse girmemiş gibi. Haliyle ürküyorlar.
- Üsküplü yukarıda kalan vardır diye merdivenlere yöneliyor. Arabacı da hancının belki bu mevsimde yeni açmış olabileceğini söylüyor o esnada. İstanbullu da camdan dışarıyı seyrediyor. Kar örtüsünü, ağaçları az çok seçiyor. Hana üç karaltının yaklaşmakta olduğunu fark ediyor o an. “Hancı’yla yamakları herhalde” diye diğerlerine sesleniyor. Üsküplü’yle arabacının yüzü asılıyor çünkü karaltıların silahları var. İstanbullu korkuya kapılıyor. Eşkıya falan mı diye soruyor. “Gavurun komitacıları” karşılığını arıyor. Balkanların karışık dönemleri. Üsküplü hovarda takımından, belindeki tabancayı gösteriyor. Osmanlı, zaptiye lakırdısı etmeyin ne olur ne olmaz, belki ilişmezler diyor.
- Komitacılar da uzaktan faytonla, binanın açılan kapısını falan fark etmişler. Kim var kim yok diye bakmaya geliyor hana doğru. Zaptiye mi yolcu mu onlar da şüphedeler. Direkt içeriye dalıyorlar, üç yolcu karşılarında. Silahlarını teslim etmelerini söylüyorlar. Arabacı huysuzlanmasınlar, niza çıkmasın diye hançerini teslim ediyor. Üsküplü tabancası olduğunu belli etmiyor. İstanbullu suskun.
- Kimsiniz necisiniz diye soruyorlar. Manastır’a yollandıklarını yarım ağız anlatıyorlar. “Yolumuza gideriz öylesine” diyorlar. “Buradan ayrılırsanız kimseye bir şey demeyin, Viyana Kararları okundu. Dağ taş komitacı kaynıyor şimdi” diye ikaz ediyorlar ayaküstü. Başka kimsenin olup olmadığını soruyorlar. Hana girdiklerinde lambanın yanmakta olduğunu ama hancıyı görmediklerini söylüyorlar. Her biri bir köşeye çöküyor. Kendi aralarında Bulgarca konuşuyorlar. Bahara kadar mevzu çıkmaz diye sohbet ediyorlar öylesine.
- Bir anda yukarı odalardan birinden kadın bağırtısı duyuluyor. Ayağa fırlıyorlar heyecanla. Komitacılar “bunlar bize oyun etmesin” diyor. Komitacılardan biri Üsküplü’yü yanına alıp yukarıya bakmaya gidiyor, “bir aksilik çıkarsa acımayın” diye kavilleşiyorlar. Üsküplü alıyor eline kandili, tam merdivenlerden çıkacaklar ahşap üstündeki kırmızı lekeler dikkatlerini çekiyor. Üsküplü parmağıyla lekeyi ovalıyor. Parmağını koklayıp tadına bakıyor. Tükürdükten sonra: “Kandır bu!” diyor. Korkunç bir sessizlik.
- Sanki ağır bir küfür etmiş gibi. Komitacılar pis pis bakıyorlar, zabitim dese öyle bakmazlar hani. Komitacılardan biri haç çıkarıyor boynumdan. Boynundan çıkardığı haçı Üsküplü’ye uzatıyor. Üsküplü yöre insanını tanıyor. Batıl inançlarını da az çok tanıyor tabi. Haça dokunuyor. Gençliğinde bir dönem eşkiyalık yaptığını, bir müsademe esnasında çenesinden vurulduğu için kanın tadını iyi bildiğini söylüyor.
- Merdivenlerdeki kan yeni yeni pıhtılaşıyor. Lambayı yakan, yukarıda bağıran yolcudan veya hancıdan aktı diye düşünüyorlar. Bir anda dışarıdan yürekleri ağızlara getirecek bir gürültü peyda oluyor. Faytonın atları. Atlar çıldırmış gibi. Tepinmeleri işitiliyor. Arabacı atlara bakmaya seğirttiği zaman hanın kapısının kendiliğinden durduk yere kilitlenmiş olduğunu fark ediyor. Açılmıyor kapı.
- Pencereyi açıyor hemen yan tarafta duran. Ahırın oraya doğru eğiliyor. Odadakiler pencerenin tepesinden sarkan bir şey görüyorlar. Upuzun tırnaklı, insana benzeyen soluk tenli bir siluet olduğunu fark ediyorlar. Gözleri karanlığın içinde ışıl ışıl parlıyor. Kirli tırnaklı uzun elleriyle bir anda arabacıyı omuzlarından kavrayıp pencereden dışarıya, yukarıya doğru çekiyor. Adam çığlık bile atamıyor. Arabacının çırpınan ayaklarını ve camın ardından kısmen bedenini görüyorlar. Korkudan kıpırdayamıyor hiçbiri. Put kesilmişler sanki. Arabacının hırıltılarını işitiyorlar. Ardından cama sıçrayan kanları, kandan bir perdeyle camın örtülmesini seyrediyorlar. Arabacının ayaklarını son anda dışarıya doğru iten komitacılardan biri pencereyi hızla örtüyor. Üstüne birkaç damla kan düşüyor. İstanbullu istifra ediyor bir köşede. Arabacının cansız bedeninin üst pencereden aşağıya fırlatıldığını görüyorlar. Kendilerinde değiller.
- Kendi aralarında konuşuyorlar. Komitacılar hep duydukları bir varlığı ilk kez görmüşler. Dedolardan, ninelerden dinlenenleri anlatıyorlar. Bir tanesi fırtınayı muhtemelen hana musallat olan bu varlığın çıkardığını, böyle böyle yolcuları tuzağına düşürdüğünü söylüyor. Kapıyı zorluyorlar açılmıyor. Diyorlar mecbur bir şekilde yakalayıp çaresine bakacağız.
- Haçlar ve tasvirler boyunlardan çıkarılıyor. Komitacılardan aşağıda kalanı yukarıya elde haçlarla tasvirlerle çıkan ikisine dua okuyarak kurşun sıkmalarını tembihliyor. Yolcularla ötekisi aşağıda kalıyor. Çeteciler karanlık odalara dalıyorlar. Ellerindeki gaz lambasına rağmen korkunç bir karanlık var. Bir yerde iki yöne ayrılan bir koridora denk gelince ayrılıyorlar. Biri bir şey görürse diğerini çağıracak. Öbürü de kandil yakıyor duvardan.
- Komitacılardan genç olanı daldığı bir odada tek başına bir kadın görüyor. Kadının ne olduğunu anlamış ama sanki efsunlanmış gibi susuyor. Sanki görünmeyen eller kadına doğru çekiyor. Kadın avını sarıp sarmalayan yılan misali dolanıyor kollarıyla. Öbür komitacı son anda geliyor. Genç olan, arkadakinin sesiyle kendine geliyor.
- Karşısında gördüğü şeyin odada ilk gördüğüyle alakası yok. Camda gördükleri o uzun mahlûk uzun kollarıyla kendisine sarılmış. Boynunu kendi boynuna doğru sarkıtmış, dişleri kanlı. Kollardan kurtulmanın imkanı olmadığını anlayınca son nefesini çığlıklarına harcıyor. Öteki de gerisin geri kaçıyor korkusundan. Koridorda bir anda tökezleniyor. Kandil bir yana elindeki haç bir yana. El yordamıyla sürünüyor, haçı arıyor bir yandan. Ardında tıslama. Kafasını çevirir çevirmez bir çift ışıltılı göz fark ediyor. Kocaman boyuyla üzerine doğru eğilmiş vaziyette mahluk. Çığlığı son nefesi oluyor.
- Aşağıda bekleyen komitacı bu sesleri duyunca silahını doğrultup merdivenlere fırlıyor. Üsküplü: “Fırsat ele geçmez” deyip silaha sarılıyor. Bir anda doğrultup ateşliyor birkaç el, adamı kanlar içinde yere yuvarlıyor. Pencerelerden birini açıp fırlatıyor kendini dışarıya. İstanbullu ne yapacağını bilmiyor. Pencereden ölümüne korkuyor. Merdivenlerde ürpertili bir gıcırtı işitiyor o anda. O korkuyla bir anda Üsküplü’nün ardından atıyor kendini dışarıya. Üsküplü faytona doğru koştururken İstanbullu ayağa kalkacak gücü bulamıyor.
- Hanın kapısının iki kanadı da kulak tırmalayan bir gıcırtıyla açılıyor. Öyle bir gıcırtı ki rüzgarın uğultusu işitilmez oluyor. Uzun boyuyla sallana sallana çıkan, beyaz kefenine kan lekeleri bulamış ışık saçan ürkünç gözleriyle kan içen hortlak kapıda dikiliyor. Üsküplü’ye dönderiyor kafasını. Üsküplü’nün nefesi kesiliyor korkudan. Tıslar gibi: “Karşıma çıkarsan seni de harcarım!” diyor. İstanbullu’ya çeviriyor kafasını. İstanbullu mahlukun yüzünü o anda tanıyor. “Sen! Buraya nasıl geldin! Öldürdük seni! Gömdük!” diyor. Hortlak “Evet! Ben arkadaşınla eğlence için köyünden kaçırdığın o kızçeyim. Cesedimle dahi eğlendiniz. Elleriniz benden kanlı!” diyor. “Hem oynadınız, hem canımı aldınız. Siz ölmeden huzur bulmam. Arkadaşın Resne’deki çiftliğinde geberdi. Ben seni izledim hep!” diyor hortlak “Issız ormanlardan, harabelerden seyrettim seni. İnsandan hayvandan hızlı yürüdüm peşinde. Fırtınayı çağırdım düştün avucuma!” diyor en son.
- Üsküplü faytonu ahırdan bir cesaret çıkarıp hayvanların başına geçerek dağ yoluna doğru sürüyor. Uzaklaşırken ardına bakıyor son kez. Hortlağın İstanbullu’nın üstüne doğru eğildiğini, İstanbullu’nun pişmanlık dolu yüz ifadesini görüyor. Ömrü boyunca unutamıyor bu manzarayı.
Bu flood da burada biter. Başka korkulu, tarihli floodlarda görüşmek üzere. Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola. İyi geceler efendim…
Bu Konu, Mehmet Berk Yaltırık @SonGulyabani Kullanıcı adıyla paylaşımlar yapan, bir Twitter hesabının, paylaşımlarından derlenerek oluşturulmuştur…


Pelikan Grubu | Pelikancılar Kimdir?
Menzil Tarikatı; Gavs Kimdir? Nasıl Çalışırlar? Mal Varlıkları Nedir?
Serkan Kurtuluş Kimdir?
Kesinleşmiş Cezanın ne kadarı Cezaevinde yatılır! (‘Cezamın yatarı ne Avgat Bey?’)
Corona Virüsü
Yeşil kod adlı; Mahmut Yıldırım Yaşıyor mu?
Türkiye’deki Cezaevi Tür ve Tipleri hakkında pratik bilgiler!
Kur’an-ı Kerim’de Bilim ile İlgili Ayetler? (‘Kur’an bilime yönlendirir!’)
Erkekler neden mesaj yazmaz? Kızlar neden mesaj atmaz?
Akp’nin Yasadışı silahlı eğitim kampları! (‘İç Savaş Hazırlığı, Görüntüler – İddialar’)
Osmanlıca Küfür
Twin Flame
Atatürk’ün dedesi kimdir? | Soy Ağacı
Dr. Mehmet Öz; Corona Virüsü
Türkiye Yunanistan Askeri Gücü Karşılaştırması
David Rockefeller, Servetinin sınırlarına yolculuk! Ve Türkiye’deki Temsilcileri!
Adolf Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in Sözleri
Şehidimiz Var; Albay Okan Altınay
Rabıta Nedir? Nasıl Yapılır?
Ölün İstiyorum Artık | Nejat İşler