“Erkek Yürekli Kadınlar” Size kadın tarihiyle ilgili kısacık bir flood yazdım…
- Her ne şekilde olursa olsun (günümüzde değil) tarihsel olarak bakıldığında kadın doğurganlığının ve çocuk yaratma ayrıcalığının erkekler tarafından sahiplenilmesi için şartlar elverişli görülür..
- Kadınların doğurganlığıyla erkeklerin iktidarı arasında çok yakın bir ilişki bulunur. Neredeyse tüm toplumlarda doğurganlık özelliğini kaybeden kadınların sosyal konumunda muazzam bir değişime rastlarız, yaklaşık olarak bu yeni konum erkek statüsüyle aynı seviyeye gelir.
- Şüphesiz gördükleri saygı çevredeki erkeklere bağlıdır. Oscar Lewis’in çalışmalarından öğrendiklerimize göre Kanada’da yaşayan Kızılderililerde güçlü bir adamın en sevdiği kızı bir adamla evlenir ve oğlu olursa, bu kadın menopozdan sonra “Erkek Yürekli Kadın” mertebesine gelirdi.
- Bu konumdaki kadınlar yaklaşık olarak toplumdaki erkeklerin haklarının tamamına sahip olabilirdi. Diğer kadınların yapamayacakları yasak olan davranışları yapabilirlerdi. Örneğin, yemin edebilir, herkesin içinde konuşabilir, alkollü içki içebilir, parti düzenleyebilirdi.
- Adak adayabilir, hatta ayakta işeme hakkına bile sahip olabilirdi. İşte erkek egemen toplum kadının, kadın özelliğini yitirmesinden sonra onu kendine benzeterek ona haklar veriyor. Erkek her zaman dişiye karşı üstünlüğünü elinde tutuyor.
- Şimdi Antik Mısır’a gidelim… Tarihte bilinen ilk kadın hükümdarın Hatşepsut olduğunu söyleyenleri duyar gibiyim. Evet, biyolojik anlamda doğru. Oydu ama kendisini kabul ettirmesi için sakal takardı, erkek gibi davranır ve öyle yaşardı. Kendisini baba olarak nitelendirirdi yani kadınlığından vazgeçmişti.
- Konudan uzaklaşmadan tarihte “kadın kimliği” ile hükümdar olan ilk kadının Türk hatunu Tomris Kağan olduğunu belirtelim. Bunun göçebe yaşamla kökten ilişkisi vardı. Hatta diğer toplumların aksine sadece göçebe toplumdaki kadın şamanların bilgiye erişimi vardı. Bilgi özgürlüktür.
- Menopoz olayına dönersek elbette her toplum için bu doğru değil. Kimi toplumlarda kadının kadın olarak görülmesinin sonlanmasına neden oluyordu. Eğer kadın yaşlıysa, fakirse, onu koruyacak bir kocası veya oğlu yoksa dışlanıyordu.
- Tarihte dul kalmış, çocuksuz yaşlı kadınlar kuşku çekiyor, büyücüklükle suçlanıyor ve toplum tarafından tehlike olarak görülüyordu. Ortaçağ Avrupası’nda birçok masum kadın bu yüzden yakılarak öldürülmüştür.
- Erkek bu gibi sebepler yüzünden doğurganlığı olmayan kadınlar için mücadeleye girmiyordu. Peki kısır kadınlara ne oluyordu? Hayatları nasıl geçiyordu. Tabiki sorun kadındaydı, erkek asla suçlu olamazdı. Kendisinin kısır olma ihtimali asla düşünülemezdi!
- Burada “İslam öncesi” Türk toplumunu ayrı tutmak zorundayım. Toplumda çok eşlilik asla yaygın değildi. Her kahramanın bir kadını vardı. Dirse Han evladı olmadığından dolayı karısına daralıyor. Bu ayıp sende midir, bende midir? diyor, ikinci bir kadınla evlenmiyordu.
- İşte Araplaşmadan önceki Türklerdeki evlilik bu şekildeydi. Yine büyük tarihçi Barthold, “Destanlarda kadınların konumu yüksektir. Birden fazla evliliğe bir işaret olsun yoktur.” demektedir. Her neyse konumuza geri dönelim…
- Kısırlık yontma taştan beri, Türkistan hariç dünyanın her tarafında sadece kadınlara özgü bir sorun olarak düşünülmüştür. Eski toplumlar bizim günümüzde yeni öğrendiğimiz bilgileri değil sadece somut gözlemleri temel almışlardır. Onlara göre erkek sadece sertleşmiyorsa kısırdır.
- Ancak her toplum cinsel ilişki olmadan kadının çocuk sahibi olamayacağını bilirdi. Etnolojik gözlemler de bize bunu kanıtlar nitelikte. Belki de insanlığın ataları kadının içine bir ruh girmesi gerektiğini düşündü ama bu ruhun dünyaya gelmesi için kadının cinsel ilişkiye açılması sonucu mümkündü.
- Bu inanış pek de tuhaf sayılmaz aslında. Bugün semavi dinlere inanan tüm Hristiyan ve Müslümanların Bakire Meryem’in dua ettiği için kendisine çocuk verildiğine inanmak zorunda olması da garip bir tezat.
- Tabi Meryem’e bağışlanan çocuğun doğabilmesi için cinselliğe ihtiyaç duyulacaktır. Tarihte sertleşen bir erkeğin kadını çocuk sahibi olmuyorsa, eksik tamamlanmamış bir mahluk olarak görülürdü. Suç her zaman kadında bulunurdu.
- Dünyanın pek çok toplumunda ve bölgesinde erkek çocuklara önem verilirdi ve erkek çocuk sahibi olamayan erkeklere baba gözüyle bakılmazdı. Tabi sorun yine her zamanki gibi kadında bulunurdu. Kadın görevini yapamadığı için kolayca gözden çıkarılır ve yerine başkası getirilirdi.
- Kadından sayılmayan kadınların durumu her toplumda bu şekilde değildir. Batı Afrika’da Nuerler’de kısır olduğu anlaşılan kadınlar, erkek kardeş veya oğul olarak aile evine geri dönerlerdi ve toplumsal statüleri bir anda değişirdi.
- Bundan böyle erkek olarak kabul edilir, ticaret, tarım yapabilir, birden fazla eşle evlenebilirlerdi. Bir erkeğin tüm ayrıcalıklarına sahip olurlardı ve eşlerine ona hizmet edip saygı göstermek zorunda olurdu.
- Erkek olarak kabul edilmiş Kadının eşlerini dölleme ihtiyacı için erkek köleler edinirdi. Bu köleler asla babalık iddiasında bulunamazdı ve doğan çocuklar “annesinin kocası olan kadına” baba derdi.
- Bu diğer toplumlara göre tamamen farklı bir anlayıştır ve güzel olarak düşünenler olabilir ancak unutulmaması gereken ana fikir, kadın özgürlüğünü yine kadınlığını kaybederek elde etmiştir. O artık bir erkeğin tablosudur.
- Buraya kadar gelip okuyanlara minnettarım! Lütfen, günümüz değerleri ile yargılayıp bunları paylaştığım için beni kadın düşmanı ilan etmeyin. Bunlar kadınların geçmiş oldukları korkunç tarihsel süreçlerdir. Bu arada, İstanbul Sözleşmesi yaşatır.