Flood'un Yayınlandığı Tarih:9 Şubat 2020 @ 06:27
2004 yılı Temmuz ayında İtalya’nın Monza şehri sakinleri ilginç bir yasanın yürürlüğe girmesi ile sohbetlerine neşe katacak bir konuya sahip olmuşlardı. Yasa, fanus veya benzeri akvaryumlarda japon balığı beslemeyi yasaklıyordu.
- Yasa, fanus tarzı akvaryumların dışbükey camlarının japon balıklarında bozulmuş bir gerçeklik görüntüsü oluşturduğunu söylüyor ve bunun japon balıkları için işkence anlamına geldiğini iddia ediyordu.
- Konu, İtalya’da yaratıcı espirilere malzeme olduktan bir süre sonra yaşamın her detayı gibi geride bırakıldı ve unutuldu.
- Fakat Stephen Hawking japon balığı yasasını Büyük Tasarım isimli kitabında yeniden gündeme getirecekti, tabi farklı bir yaklaşımla.
- Kitabın ‘Gerçeklik Nedir?’ isimli üçüncü bölümü japon balığı yasasından hareketle bir soru soruyordu; ‘Peki biz gerçekliğin doğru ve bozulmamış resmine bakıp bakmadığımızı nasıl bileceğiz?’
- Soru gayet yerindeydi ve okuyucuyu ‘Peki doğa yasaları ne kadar gerçektir ve bizler için ne anlam ifade etmektedir?’ sorusunu sormaya yönlendiriyordu.
- Nesiller boyunca aynı akvaryumda yaşamış japon balıklarının bir süre sonra beyinlerinin geliştiğini ve bulundukları yerle alakalı kendilerine sorular sormaya başladıklarını düşünelim.
- Bilge japon balıklarının doğa yasaları ortaya koyduklarını ve bunlar üzerinden çıkarımlarda bulunduklarını hayal edelim. Elbette fanustaki fiziksel durumla alakalı teoremler üretecekler ve bazı teoremler her zaman doğrulanacağı için bunlara kanun diyeceklerdi.
- Gerçekliğin sadece bir yanılsaması olan bu kanunlar bir süre sonra farklı inançlara evrilecekti ve bu inançların peşinden koşan japon balıkları görecektik. Bazı bilgelerin ürettiği fikirler egemen inançlarla çelişecek ve engizisyonvari cezalandırmalara şahit olacaktık.
- Örneğin her şeyi çift görmeyi bir kısım japon balığı iki gerçeklik olarak tanımlarken diğerleri metafizik yansıma olarak açıklayacaktı.
- Japon balıklarını kendi hakikat mücadelelerinde yalnız bırakıp diğer bir saat örneğiyle devam edelim.
- Saatin içerisinde sürekli farklı yönlerde ve hızlarda dönen bir sürü dişli bulunur. Dişlilerin üzerlerinde bilgiler mevcuttur. Bu bilgiler dişlinin yarıçapı, kaç dişe sahip olduğu ve dönme hızının ne olduğu gibi bilgilerdir.
- Her dişli üzerindeki bilgiyi bir sonraki dişliye iletmekle görevlidir. Bir dişli için ne üzerindeki bilgiyi okuyabilmek ne de bu bilgiyi bir sonraki dişliye neden aktardığını anlayabilmek mümkündür.
- Diyelim ki bu dişlilerden bir tanesi akıl sahibi ve belli süreler sonucunda analizler ve deneme yanılma metotlarıyla sahip olduğu ve aktardığı bilgiyi çözdü.
- Bunun devamında bilgisini aktardığı diğer bir dişlinin bilgisini de çözmeli, dönmelerine sebep olan enerji kaynağını bulmalı, akrep ve yelkovanın hareketlerini anlamalı.
- Bunların herbirisini çözse dahi en sonunda bu kaotik saat düzeninin neye hizmet ettiğini anlamayacaktır. Çünkü onların hareketlerinin bütünü, zaman denilen başka bir boyutu takip edebilmek için kurgulanmıştır.
- Saat, akrep ve yelkovanın ürettiği bilgi ile metronun durağa varış zamanını belirlemiş olur. Saatteki dişli için metronun ne işe yaradığı, metronun durağa varış süresinin kendisiyle bir alakasının olup olmadığı ve metronun nereden gelip nereye gittiği tamamıyla bilinmezdir.
- Dişli,metronun gelişiyle kendisi arasında bir nedensellik ilişkisi pek tabi kurabilir. Örneğin her 1500 dönüşte bir metro geliyordur. Fakat metronun bozulması veya gece itibariyle seferlerin durması dişlinin kafasını karıştıracak ve dişli daha fazla gözleme ihtiyaç duyacaktır
- Albert Einstein’ın ifade ettiği gibi ‘Bir teori tecrübeye dayanılarak sınanabilir, ama insanı (veya saat dişlisini) tecrübeden bir teori kurmaya götürecek herhangi bir yol yoktur’.
- Bir japon balığından veya bir saat dişlisinden farkımız nedir? Evrenin (veya evrenlerin) bizim için biçtiği rolün ne olduğu hususunda bir fikrimiz var mı?
- Bilim dünyası özellikle Newton’dan sonra, büyük bir özgüvenle, gerçekliği tanımlayabileceğimizi ve hatta bu gerçekliği değiştirmeye yetimiz olabileceğini düşünmeye başlamıştı.
- Bu özgüven o kadar büyüktü ki, Newton hipotez üretmiyorum derken Laplace, determinist düşünce deneyindeki ‘Laplace Şeytanı’ kurgusunda Tanrı varsayımına gerek duymadığını söylemişti. (1)
- Lakin, yirminci yüzyılın başındaki bilimsel gelişmeler (görelilik, kuantum), bilim dünyasını ‘Gerçeğin sadece bir yanılsama olduğu’ sonucuna ulaştırır.
Gerçeklik, çok ısrarcı olsa da, sadece bir yanılsamadır… —Albert Einstein Sırf bu yüzden, bir mezarlıkta yanlış yola saparak kaybolmak için mükemmel bir gece….
- Bilimin tarifi yeniden yapılır ve amacı yeniden belirlenir.
Stephen Hawking bu hedefi şu şekilde özetler; ‘‘Aslında, günümüzde bilimin görevini, belirsizlik ilkesinin koyduğu sınırlar içinde, olayları önceden kestirebilmemizi sağlayacak yasaları keşfetmek olarak yeniden belirledik.’’
- Bilim dünyası hakikat saplantısından vazgeçer ve gerçeklik diye tanımladığı kanunları artık ‘Modele dayalı gerçeklik’ kabul eder. Model değiştirilince bütün gerçekler de değişmiş olur.
İnsanoğlunun bir sonraki evresi hakikat saplantısından vazgeçmek olacaktır ki, bütün insanlığın faydasına olan da budur.
- Örneğin, evrenin merkezi dünyadır ve evren dünyanın etrafında döner ifadesi dünyayı sabit referans noktası aldığımız bir modelde doğrudur. Veya J.J. Thomson görmediği elektronlar üzerinden bir model geliştirir ve bu model gerçeklik kabul edilir.
- Bilim dünyasının vardığı bu sonuç, aydınlanma döneminin bir parçası olarak görülmekten çok ikinci ve gerçek aydınlanma dönemi olarak tarif edilebilir. Zira dünyada barışı ve refahı bu aydınlanma dönemi getirecektir.
- İnsanoğlunun büyük yekünü düşünsel anlamda hala çocukluk evresindedir. Hızlı bir ergenlik sonucu en kısa sürede orta yaşları bulması ümidiyle son cümle; Tek hakikat şüphedir.
Hakikate ulaşmış olduğunu düşünmek düşünce dünyasının çocukluk dönemiyken, hakikati bulmak için yollara düşmek düşünce dünyasının ergenlik dönemini temsil eder.
[…] OKU; Gerçeklik Nedir? […]
[…] OKU; Gerçeklik Nedir? […]