Korku Hikayesi; Definenin Üstünde (‘Bataklığı kurutmaya çalışırsanız iyi olmaz!’)

Saat gece yarısını vurdu! Korku floodu başlıyor. Bu gece sizlere “Definenin Üstünde” adlı hikayeyi anlatacağım. Uyuyan uyusun, geceyle problemi olan sabah okusun. Gececi taife toplaşsın. Başlıyoruz!

  • Cumhuriyetin ilk senelerinde tahminen ya Edirne, ya Kırlareli taraflarında, bir grup muhacire devlet toprak verir. Bunların içerisinde iki kardeşe de toprak düşer.
  • Fakat şöyle bir durum var. Adamların çoğu daha geniş ve iyi durumdaki arazilere çöker. İki kardeşe de toprak diye nehir dibinde yarı bataklık bir araziyi bırakırlar. Kağıt üstünde neyin ne olduğu belli değil.
  • Bu iki kardeş bataklık falan demeyip araziyi adam etmeye azmederler. Bakmak üzere bir gün arazilerine giderler. Yolda giderken yaşlı bir adama rastlarlar civardan.
  • Hoş beş, selam kelam derken bataklık bahsi açılır. Adam kendi arazisinin de eskiden bataklık olduğunu, uğraşa uğraşa kuruttuklarını, şimdi çok iyi durumda olduğunu anlatır. Laf arasında sorar, “Sizin arazi hangisi?” diye.
  • Dere boyunda devletin verdiği deyince adamın suratı asılmış: “Orası kurur mu bilmem de, siz akşam ezanından sonra orada çok dolanmayın.” deyivermiş. Başka bir şey demeden yoluna devam etmiş.
  • İki kardeş yoluna devam edip araziyi bulmuşlar. Yarısı kullanılabilir, yarısı bataklıkmış. Sağlı, sollu ağaç kütüklerinin yattığı, balçıklı yosunlu genişçe bir bataklık. “Azmeder altından kalkarız” diyerek arazi çevresinde işe koyulmuşlar.
  • İki kardeş birbirlerine söylemeseler de adamın sözlerinden tedirgin olmuşlar. Neticede Balkan ahalisinden kimseler. Tekinsiz şeylerden bahsetmek bile hoş karşılanmaz. Yorulduklarını söyleyerek birbirlerine erkenden kaldıkları eve dönmüşler.
  • Ev dediğimde bir çiftliğin ardiyesi. Geçici süre bir komşularının bahçesinde yatıp kalkıyorlar. Kendi evlerini dikene kadar cüzzi bir kira ile orada kalıyorlarmış. Bir gün yine arazilerine giderken kahve hayli doluymuş.
  • Bir tanıdıkları seslenmiş çağırmış, “iki kahve içelim sonra gidersiniz toprağınıza” demiş. Kahveler içilirken mevzu günlük koşuşturmacaların ardından bataklık mevzusuna gelmiş. Kurutmaktan falan bahsetmişler.
  • Kahveci duymuş konuşmaları. “Bataklığı kurutmaya çalışırsanız iyi olmaz. Beni fazla konuşturmayın şimdi, kalabalık var” deyip bunlardan uzaklaşmış. İki kardeşin içine kurt düşmüş. Yine de kalkıp tarlalarına gitmişler.
  • Yolda büyük olan küçüğe: “Bence bunlar bizim bir avuç araziye konmak için hep bir ağızdan ürkütmeye çalışıyorlar. Bugün biraz geç vakte kalalım bataklığın dibinde bakalım neler olacak?” demiş.
  • Arazide çalışırken gündüz gözüyle baktıklarında bataklıkta bir acayiplik yokmuş. Lakin hava kararmaya başladıkça, sinirleri gerilmeye başlamış zira bataklık insan gözüne ürkünç görünüyormuş. Kurbağa sesi dahi işitilmiyormuş.
  • Hava adam akıllı kararınca eşyalarını toplayıp hızlı adımlarla patikanın yolunu tutmuşlar. O esnada küçük kardeşi bataklığın bir ucunda hafif bir parıltı görmüş.
  • Abisini durdurup parıltıyı göstermiş. Bataklığa seğirtince bunun ateş olduğunu görmüşler. Sanki biri bataklığın bir ucunda ateş yakmış gibi. “Başka bir köylüdür” diye kendilerini teskin ede ede ateşin olduğu yere doğru yürümüşler.
  • Lakin ateşte bir tuhaflık varmış. Böyle masmavi haleler dönüyormuş etrafına. Şimdinin gaz ocağı gibi hayal edin. Böyle olunca daha da meraklanmışlar. Bir yandan korkuyorlar, bir yandan dua okuya okuya yanaşıyorlar.
  • Tabi yürüdükleri yer de batak. Toprak bazen var bazen yok, kürekleriyle adımlarını atmadan önce toprağı yokluyorlar, ışık falan yok ellerinde. Mavi şualı ateşin olduğu yere doğru ağır ağır yaklaşıyorlar.
  • Ateşe sokulacakları esnada tam önlerinden “pat!” pat!” diye topuklarını vura vura küçük bir çocuğun koşarak geçtiğini görüyorlar. Ne olduğunu anlayamadan çocuk bir an durup kafasını bunlara doğru çeviriyor omuz üstünden. Sonra o anda kayboluyor.
  • İki kardeş duaları bağıra çağıra okuyup gerisingeri dönüyorlar. Çamurlara bata çıka patikayı güç bela bulup köye dönüyorlar. Eve girmeden önce kardeşi: “Abi gözleri ışıl ışıl mıydı bana mı öyle geldi?” diye soruyor.
  • Abisi dönüp bakıyor: “Yahu ben de bana öyle geldi sandım, sen de mi gördün gözlerinin o halini?” diyor. O gece uyku tutmuyor ikisini de. Sabah ezanına yakın kahveci kahveyi açarken adamın yanına gidiyorlar, bataklığın olayını soruyorlar.
  • Kahveci pek fazla şey bilmediğini söylüyor. Köyde eskiden geniş topraklara sahip bir adam olduğunu, onun da bataklığı kurutmaya kalkıştığını söylüyor.
  • “Sonra bu sevdadan geçti. Bataklık çevresinde dolanır oldu hep. Bataklığı delik deşik etti. Define arıyormuş. Bir gün elleri ayakları birbirine dolanmış, yüzü kaymış halde bataklığın bir ucunda ölüsünü buldular. Mirasçısı da yoktu, ondan kaldı bu topraklar, en kötüsü size gelmiş.”
  • İki kardeş kara kara ne yapacaklarını düşünmüş. Sonra akıllarına bir çare gelmiş. Köyün imamına gidip meseleyi anlatmışlar. Cinlerle konuşup ikna etmesini, bataklığı kurutup sadece kullanacaklarını, hazine falan istemediklerini söylemesini rica etmişler.
  • İmam kendisini bu işe karıştırmamalarını söylemiş. Komşu bir köyde filanca hocanın yaşadığını bunlara fısıldayıp ona gidebileceklerini anlatmış. İki kardeş söylenen köye gidip hocaya durumu anlatmışlar. Hoca dizini dövmeye başlamış.
  • “Ben orayı bilirim. Seneler önce birinin kızı derede çamaşır yıkamaya gidip dönmeyince beni çağırdılar. Kızı “onlar” kaçırdı sandım. Sonra bataklık tarafına doğru okuya okuya vardığımda meseleyi anladım.”
  • “Bataklığı sahiplenmiş bir cin var. Belki hazineden belki başka bir sebepten. Bu küçük çocuk gibi görünür, bazen kadın kılığında görünür, insanları yardıma çağırır. Sonra bataklıkta bir köşede batıp gitsin diye uğraşır” demiş. Tekrar o bataklığa bunlarla gitmeyi kabul etmiş.
  • Akşam karanlığında kalkıp gitmişler. Hoca bataklığa adım atmadan etraflarına dualar okuyarak yedi çember çizmiş. Sonra oradaki cini çağırmış. Ardından karşısında biri varmış gibi konuşmuş ama iki kardeş hiçbir şey görmüyormuş.
  • Hoca bir an bunlara dönüp: “Tamam.” demiş. “Sabah gelince bu musibetten kurtulacaksınız. Ancak buraya temel olacak kadar kazma vurup sadece ev yapacaksınız, tarla yapmayacaksınız, sizi rahatsız etmeyecektir” demiş.
  • İki kardeş eve, hoca kendi köyüne dönmüş. Ertesi gün araziye gelerek çalışmaya başlamışlar. Akşam karanlığında ne bir ışık ne de çocuk silueti görmüşler. Birkaç ay uğraşıp didinip bataklığın üstesinden gelmişler.
  • Araziyi tarla yapmışlar, eski bataklığı boş bırakmışlar. Köylü şaşırmış birkaç ayda nasıl kurur orası diye. Tarlalarının bereketi diğer yerlerden bereketliymiş o sene. İyi para kazanmaya başlamışlar.
  • Büyükçe bir ev yaptırıp hemen yanına da ahır inşa etmişler. Çevredeki başka arazileri de almışlar. Çoluğa çocuğa karışınca dahi hanımlarına, çocuklarına bataklığı, cini falan anlatmamışlar. Sadece “temeli zayıftır, fazla kazmayın buraları” diye uyarırlarmış hep.
  • Seneler seneleri kovalamış, çocuklar başka başka köylere gitmiş, araziler yeniden dağılmış, ev birkaç kez el değiştirmiş. Köyden başka bir aile sadece evin olduğu yeri almış. Yıllar geçtiğinden eski mevzular da haliyle unutulmuş.
  • Evin tarla olan kısmı arazi kısmı orada sıkıntı yok. Bataklık arazide de sadece ev olduğundan, cin ev yapmalarına müsaade ettiğinden sorun yaşamamışlar. Çiçekten, ağaçtan gayrısını ekememişler, ekseler de kazma vurmamışlar. O yüzden cin vs. zamanla unutulmuş.
  • Burayı satın alan aile tabi cini falan bilmiyor. Zaman içerisinde kazma vurmama kaidesi, temeli çürükmüş mevzusu da unutuluyor tabi. Buraya yerleşen aile, ahırın olduğu kısmı yıkıp evle birleştirmeye niyetlenmiş.
  • Tuvalet ve mufak evin dış kısmında. suyu falan hep tarla kısımdan çekmişler bataklık araziyi kazmamak için. Bu aile de: “Herhalde yaptıranlar üşenmiş” diye düşünerek tesisatı eve kadar taşıtmak istemiş, ahırı da evle birleştirecek.
  • Ailenin genç çocukları duvar sınırları belirlemek için ahıra inip belli yerleri kazmışlar akşam vakti. Sonra aniden üzerlerine uyku bastırınca yarın devam etmek üzere kazmayı bırakmışlar.
  • Ertesi gün bir de gelip bakıyorlar zemin hiç kazma vurulmamış gibi. Şaşırıyorlar. “Yorgunluktan kazdık sandık herhalde” falan diye konuşup yine kazmaya niyetleniyorlar. Evde aksilikler baş gösteriyor sürekli.
  • Tam kazmayı vuracaklar misafir denk geliyor yahut köyden bir arkadaşları dışarı çıkarıyor. Evden birinin başı ağrıyor ilaç arıyorlar. İki-üç gün hiç kazamıyorlar. Babaları kavga çıkarıyor bir gece işi savsakladıklarından ötürü.
  • Ahırın orada tartışıyorlar. Adam alıyor kazmayı: “Ben kendi işimi kendim yaparım” diye kazmaya başlıyor. Çocukları da sakinleşsin diye kendi haline bırakıyorlar. Yarım saat, bir saat sonra adamın çığlık sesiyle hepsi ahırda toplanıyor.
  • Adam yeminler ederek toprağı kazarken tam önünde mavi renkte ışıklar saçan, gaz alevi gibi bir ateşin parıldadığını. Bir müddet şiddetle yanıp sonra kaybolduğunu söylüyor.
  • Bunlar boru arıyorlar beyhude yere, açıklayamıyorlar babalarının anlattığı alevleri. O gece hiçbiri uyuyamıyor. Kabus falan görmüyorlar ama evin koridorlarında sürekli koşturan bir çocuğun sesini duyuyorlar.
  • Ertesi gün adam çocuklarıyla birlikte doğrudan köye gidiyor. Evi almasında aracılık eden eski komşusunu bulmaya. Evde olanları anlatıp: “Sen bize uygunsuz yer mi kakaladın” diye kavga çıkarıyorlar.
  • Kahve önünde tartışıyorlar. Kahvede yerleri dahi yıllar geçse de değişmeyen yaşlı dayıların olduğu bir köşe hep vardır hani. Kafalarını uzatıyor dayılar. Mevzuyu duyuyorlar. Biri diyor: “Zaten falanlar orada otururken hiç kazma vurmazlarmış!”
  • Nedenini soruyorlar amcaya. Amca da: “Onların babası dedesi de ev yapmışlar ama hiç derin kazma vurmazlarmış. Su bile çekmediler evlerine o yüzden. Temeli çürük” dedilerdi diyor.
  • Böyle deyince yanındaki giriyor söze: “Şu dere boyundaki ev değil mi? Orasının temeli tabi çürük. Bataklıktı oralar. Sonradan kuruttular. Kızanken nenem geceleri orayı anlatırdı, insanların kaybolduğunu söylerdi.” Muhabbeti dönünce dayılar eski duyduklarını dökülmüşler ortaya.
  • Adam çare sormuş. “Ya kazmayacaksın ya evden çıkacaksın” demişler. Herkesle dönmüş bu mevzu, köyün dışına da çıkmış. Adamın define işleri kovalamış bir ahbabı buna birisinden bahsetmiş: “Rahip tanıdığım var İstanbul’da, bu işlerden anlar” demiş.
  • Evde yaşananları, huzurlarının kaçtığını falan duyunca ya birilerinin aileye papaz büyüsü yaptırdığını veya sahipli bir evde oturduklarını düşünmüş.
  • İstanbul’dan getirmişler rahibi. “Geceyi bekleyeceğiz” demiş. Gece olunca ahıra inmiş. Bir sandalyeye oturup gözlerini bağlatmış. Bir süre sonra bulundukları yerin soğuduğunu, üşümeye başladıklarını hissetmişler. Rahip karşısında biriyle konuşur gibiymiş.
  • Gözlerinin bağını açınca yüzünün kireç gibi solduğunu görmüşler: “Çok öfkeli. Ahdi bozmuşsunuz, buradan gitmeniz lazım” demiş. Su falan getirmişler rahibe, hızlı hızlı soluyormuş kapalı yerden çıkmış gibi.
  • Rahibin dediğine göre cin buna evin altını gezdirmiş. Çok çok eskiden, zengin bir Rumun düz bir arazi olan bu yere odacıklar yaptırdığını ve miktarsız hazinesini buraya sakladığını söylemiş. Adam sonradan papazlarla burayı tılsımlattırıp bataklığa çevirmiş üstünü.
  • Cin de bekçisiymiş. O evi yaptıran ailenin ona söz verdiğini, temelden daha fazla derine kazamayacaklarına dair yemin ettiklerini söylemiş. “Siz ahdi bozmuşsunuz, çok öfkeli, terk edin bu evi” diye ikaz etmiş.
  • Adam ahbabıyla rahibe güvenememiş, defineci vs. olunca araziye konabileceklerini düşünmüş. Korkmasına rağmen evden çıkmamış, kazma da vurdurmamış. Anlatılanlara göre ailenin başına tuhaf şeyler gelmiş.
  • Çocuklardan biri nedensiz yere adamla tartışıp evi terk etmiş. Çok sonradan adam hapse düştüğünü falan öğrenmiş. Bir diğer oğlu da kendi evindeyken yeni evlendiği karısıyla tartışmış. Önce karısını, sonra kendini vurmuş.
  • Kimi aile oradan çıksa dahi beladan kurtulamazdı demiş, kimi de adam o an tamam gideceğim dese belki başlarına bunlar gelmezdi demiş. En acayibi adamın yaşadığıymış.
  • Denilene göre daha doğrusu adamın jandarmaya verdiği ifadeye göre bu adamın karısı bir ara acayip davranmaya başlamış. Bir cinin kendisine aşık olduğunu, her gece yanına geldiğini söylemiş. Adam psikolojik sorunları olduğunu düşünmüş.
  • Hatta “Deli kadın, çocukları da kendi gibi oldu, mahvoldu. Bu da delirip başıma kalacak” demeye başlamış. “Ben niye görmüyorum?” deyince, “Yılan suretinde gelip gidiyor” dermiş kadın.
  • Adam jandarmaya gitmiş bir sabah: “Karım beni cin aşığıyla aldatıyordu. Ben de yılan suretinde gezinirken onu yakaladım, karımı da onunla boğdum. Cesedi evdedir” diyerek teslim olmuş.
  • Jandarmalar adamın delirdiğini anlayıp eve gitmişler. Kadının cesedini bulmuşlar boğazında bahçe hortumuyla. Aktaran kişi, jandarmaların gerçekte yılan gördüğünü ama ifadede açıklayamazlar diye hortum diye yazdıklarını söyleyenlerin olduğunu anlatmıştı.

Adamın akıbeti meçhul, akıl hastanesi demişler. Evin olduğu yer yıkılmış ve boş arazi olarak kalmış. Kısmen folklor derlemesi, kısmen kurgu. Başka korkulu, tarihli floodlarda görüşmek üzere. Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola. İyi geceler efendim…

Ek bilgi: Batı kültüründe bu mavi bataklık ışıklarına sanırım “ignis fatuus” diyorlar. Hazinelerin dibinde yandığı, ateşe kanan yolcuların takip ederken bataklıkta kaybolduğu falan anlatılırmış. Dracula romanında da geçmektedir.

Bu Konu, Mehmet Berk Yaltırık @SonGulyabani  Kullanıcı adıyla paylaşımlar yapan, bir Twitter hesabının, paylaşımlarından derlenerek oluşturulmuştur…

guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm Yorumları Göster
mutlakaoku.com |
0
Bu konuda sen ne düşünüyorsun? Yaz Mutlaka Okunsun...x