Gece korkulu flood gelebilir demiştim. Aylık uzun flood vakti. Size bu sefer 60’ların İstanbul’undan bir mevzuyu Kayıkçı Seyfi’nin hikâyesini anlatacağım. İyi okumalar diyerek başlayalım. (Önceden hazırladığımdan paylaşımı uzun sürmeyecek)
- 60’ların sonunda tahminen mevzunun zamanı. Devrin İstanbul’unda Boğazda kayıkçılar var. Ekserisi balıkçı ama karşıdan karşıya yolcu taşıyan da var. Vapur kaçar, misafirlikten geç çıkılır, falan olur filan olur.

- Mevzunun geçtiği dönemlerde Seyfi diye bir kayıkçı var. Denk getirirse balığa çıkar, denk getirirse geceleri denk geldiği yolcuları boğazdan geçirir. Tüm geçim kaynağı bu.
- Dönem için dutluk diye tabir edilebilecek bir mıntıkada ufak, tek göz bir balıkçı kulübesinde yatıp kalkıyor Seyfi. Denk getirdiği vakit şarabını, muhabbetini eksik etmiyor.
- Seyfi hoş sohbet, muhabbet erbabı. Cebinde para olmasa dahi balıkçıların, kayıkçıların sofrasında yeri var. Gelmediği zaman muhakkak çağırıyorlar. Her sabah denize açılırken sahile yakın kahvehanede ilk çayları beraber içiyorlar.
- Bir gün Seyfi yine böyle demlendikleri bir akşamın sabahında kahvede ayılmaya çalışıyor. Arkadaşları işe çıkmamasını, dinlenmesini söylüyorlar ama kulak asmıyor. “Bu aralar karşıya geçen çok, bereketi kesilene dek bırakmamalı” diyor.
- Çıkıyor kayığa. Akşama doğru muazzam bir fırtına patlak veriyor. Kayıkçılar, balıkçılar alelacele iskelelere, kayıkhanelere dönüyorlar. Kahvehanede bir grup toplanıp orada demleniyor. Tam o esnada akıllarına Seyfi geliyor.
- Diyorlar: “Seyfi’yi de çağıralım.” Yağmur çamur o kıyametin ortasında içlerinden daha az ayık birini yolluyorlar kulübesine. Adam gittiği gibi geri geliyor: “Seyfi yok” diyor. Böyle deyince inceden endişeleniyorlar.
- “Belki başka birilerine takılmıştır” diyerek civardaki kulübelere falan uğruyorlar. Seyfi hiçbirinde yok. Akıllarına en kötü ihtimali getirmemeye çalışıyorlar. “Herhalde karşıda bir yerlerde takıldı fırtınaya yakalanmadan” diyorlar.
- Ertesi sabah Seyfi’yi tek başına sahilde buluyorlar. Kayığını bir kenara çekmiş, ucuna oturmuş öylesine denize bakıyor. Yanına gidip merak ettiklerini söylüyorlar, fırtınayı konuşuyorlar.
- Seyfi suskun pek konuşmuyor. Diyorlar herhalde dün morali bozuldu, kendi haline bırakalım. Adam kulübesine giriyor, o gün hiç dışarı çıkmıyor.
- İki gün falan dışarı çıkmayınca, arkadaşları başına bir şey geldiğini düşünerek kulübesine gidiyorlar. Seyfi ışık falan yakmadan karanlığın içinde bir kasanın üzerinde sırtını herhangi bir yere dayamadan öylece oturuyor.
- İdare lambası var bir köşede onu yakıyorlar. Adamın gözleri uykusuzluktan kan çanağına dönmüş. Halsiz görünüyor. Ne olduğunu sorduklarında fırtınada üşüttüğünü söyleyip gelenleri başından savıyor. Bir bokluk olduğunu anlıyorlar ama üstüne varmak istemiyorlar.
- İki gece sonra falan bunlar kahvehanede yine demlenirken kayıkhanelerin, kulübelerin oradan canhıraş bir çığlık sesi yükseliyor. Üçüncü çığlığa kadar korkudan kimse yerinden kıpırdayamıyor. Biri Seyfi olduğunu fark ediyor.
- Dışarı çıkıp kendini yerden yere vuran, “Uyumak istiyorum!” diye ağlayan Seyfi’yi kahvehaneye getirip sakinleştiriyorlar. Ne olduğunu soruyorlar ama cevap vermiyor. Uyuyamadığını söylüyor. Aralarında para toplayıp doktora götürüyorlar.
- Doktor görünürde bir sorunu olmadığını belki sinirsel rahatsızlık geçirmiş olabileceğini söylüyor. Kahveye geri dönüyorlar. Bir tanesi Seyfi’ye içip içip sızıp kalmasını tavsiye edince kayıkçı: “Uyumak istesem uyurum lakin uyuyamıyorum! Uyursam onu görüyorum” diyor.
- Arkadaşları yeminler verip derdine çare bulacaklarını söyleyince korka ürke anlatmaya başlıyor. Bu esnada dikkat ediyorlar adam denizden tarafa bakamıyor: “Baktıkça o aklıma geliyor” diyor.
- Anlattığına göre Seyfi fırtınaya yakalandığı esnada karşıdan geliyor. Kulübesinin olduğu kıyıya gelmeye kalksa alabora olur. Geri de dönemiyor. Surların olduğu tarafta bir mıntıkaya denk gelip kayığı karaya çekiyor, kendi de sur yıkıntıları içine dalıyor yağmurdan kaçıp.

- Seyfi buradayken bir duvarın dibinde ateş yakıyor. Olduğu yerde uyuya kalıyor. Rüyasında kendini kaldığı yer gibi ancak daha büyük bir yerde buluyor, eski bir Bizans harabesinin içinde. “Odada ışık yoktu ama ben karanlıkta görüyordum” diyor.
- Karanlığın ortasında bir duvar dibinde büyükçe bir küpün içinden upuzun kirli saçları elbise gibi bedenini kuşatan, bir deri bir kemik kalmış yaşlı bir kadının yavaş yavaş küpten çıktığını görüyor. Kadının bir elinde üstünde yüz işlemeleri olan bir tas var.
- Kadın iki büklüm Seyfi’ye yaklaşıyor. Seyfi kaçmak istediğini ama kıpırdayamadığını söylüyor: “Kan çanağı gözleriyle dik dik bana bakıyordu” diyor.
- Yaşlı kadın Seyfi’nin gözlerini oyuyor. Kayıkçı anlatmayı sürdürüyor: “Rüya gibi değildi. Gözlerimin acısından duramadım ama ne çığlık atabildim ne kıpırdayabildim. Kör olmadan akan kanları tasa damlattığını gördüm…”
- “…Bir süre sonra görmeye başladım. Karanlığı gündüz gibi görüyordum. Ayna falan olmadığı halde gözlerimin kadının gözlerine benzediğini biliyordum. Bana: “Artık benim gözlerim senin gözlerindir” dedi. Ama konuşmadı. Kafamın içinde sesini duydum…”
- “…Kadın öyle deyince içimden yalvardım beni bıraksın diye. Kocakarı: “Sen artık benimsin. Bana genç bir kadını kurban edip gözlerindeki kanı kendi gözlerine sürmeden ben seni rahat bırakmam” diyor…”
- Seyfi sonra uyandığını, sabah olduğunu görmüş. Rüyadır diye çok düşünmemiş ama yine de hakikatmiş gibi tırsmaktaymış. Adam ertesi gece aynı rüyayı görünce aklı çıkmış. Ne zaman uyuyup kalsa aynı rüyayı görüyormuş. Deli denilmesinden korkuyormuş, o yüzden birkaç gün susmuş hep.
- Sonra yine sakinleştiğini söyleyip kulübesine kapanıyor Seyfi. Lakin artık eski Seyfi değil. Arada bir isteksizce arkadaşlarının getirdiği bir tas çorbayı, bir parça ekmeği yerse yiyor yoksa yemiyor.
- Kayıkçıların ağzında türlü dedikodular dolaşıyor. Kimi diyor Rumlardan kalma bir mezarın üstünde yattı da uğradılar, kimi sur üstünde bitmiş bir incir altında uyumuştur da ondan çarpılmıştır diyor. Deniz ortasında peri kızı boğuntusu olmuştur deniyor falan.
- Bir gün Seyfi sırra kadem basıyor. Yine işe çıktığını, düzeldiğini zannediyorlar ama ne kulübesinde görüyorlar ne civarda. Bir sabah birkaç polis arabası kahvehanenin önüne gelip polisler Seyfi’yi sorunca işin rengi değişiyor.
- Polislerin anlattığına göre bir gün önce Anadolu tarafında sahile birbirine çok yakın noktada iki ceset vuruyor. Biri bir kadına, diğeri de 14 yaşında bir erkek çocuğuna ait. Kadının gözleri oyuk ve muhtelif bıçak izleri var. Çocukta boğma veya darp izi yok denizde boğulmuş.
- Birbiriyle alakasız iki ceset var. Ancak kadının çantası da sahil kenarında bulunup kimliği teşhis edilince işin rengi değişiyor. Kadın çocuğun annesi. Kıyıda hemen sorguya başlıyorlar. Bir-iki kayıkçı gece kadınla çocuğu gördüklerini söylüyor.
- Kadının karşıya geçmek için bir-iki kayıkçıyla pazarlık yaptığını anlatıyorlar. “Verdiği paraya yorulduğumuza değmezdi” diyorlar. Daha sonra kadının bir kayıkçıyla anlaşıp denize açıldığını görüyorlar uzaktan.
- Kayıkçının eşkâlini soruyorlar. Çoğu uzakta olduğundan göremiyor ama içlerinden biri: “Seyfi diye biri. Karşıda kalır hep arada buraya uğrar onun kayığıydı gördüm” diyor. Polis bakıyor ki adamın sabıkası vs. yok ama yine de tek şüpheli.
- İşte kahvehaneye gelen polisler cinayetten bahsedip Seyfi’yi sorunca kayıkçılar ilk başta inanamıyorlar: “Kendi halinde biridir” diyorlar ama son zamanlarda kafasının ne vaziyette olduğunu da bildiklerinden şüpheliler.
- Kahvehanede içlerinden biri polis kadının öldürülme şeklini anlatınca Seyfi’nin rüya bahsini hatırlıyor. Kadın kurbanı mevzusundan ve Seyfi’nin deliliğinden bahsediyorlar. Polisler sorguyu genişletiyor.
- Kayıkçılar, balıkçılar şüpheden sıyrılıp emin oluyorlar. Normalde çoğu Seyfi’nin de kurban olduğunu, cesedinin bulunamadığını düşünüyor. Ancak öldürülme şekli ve böyle kaybolması şüpheleri siliyor.
- Polisler görürlerse haber vermelerini söylüyor. Balıkçılar, kayıkçılar kinleniyorlar tabi Seyfi’nin caniliğine. Bizzat bunlar boğaz mıntıkasında saklanabileceği koylara tek tek bakıyorlar.
- Bizans harabesi lakırdısını akıl edip surların olduğu tarafa da bakıyorlar. Hakikaten Marmara’ya bakan, Sarayburnu’nun aşağı taraflarında, sur dibinde bir yerde Seyfi’nin kayığı buluyorlar. Polise haber veriyorlar.
- Polis bölgeyi didik didik arıyor. Ancak hiçbir ize rastlayamıyor. Tünel benzeri dehlizlerde, harabelerin kör noktalarında saklandığı düşünülüyor ama aç susuz fazla kalamayacağından yakayı ele vereceği tahmin ediliyor.
- Mahalleli sorgulanırken birisi: “Oraya girenler sağ çıkmaz, bir delikte kapalı kalıp ölür gider toprak altında” diyorlar. Zaten adamlar gündüz gözüyle dipsiz dehlizlerden çekiniyorlar dolaşmaya. Çıkışları tutuyorlar.
- Devriyedekiler bir mevzu olmadan adamı yakalama peşinde. Zira bir kısmı sur içinde senelerdir ikamet ediyor. Böyle yıkıntılarla ilgili kayıp dedikoduları, göçük altında kalan defineciler, manastır harabesinde çarpılanlar vs. sayısız şey duymuşlar.
- Bu anlatılar yeniden harlanıyor, “İnşallah içeriyi aratmazlar” diyerek çıkışları kontrol altında tutuyorlar.
- Ahali de Seyfi’nin polisten kaçsa bu sefer gece olunca harabelerde dolandığını düşündükleri şeylerde kaçamayacağını, bir keşiş kabrine denk gelip çarpılıp kalacağını düşünüyorlar.
- Surların orada devriyeler artıyor. En ufak bir kıpırtıda, şüpheli şahısla alakalı olabilecek herhangi bir mevzuda anında hareket edecekler. Bölge ahalisine de yabancı biri görülürse haber vermeleri söyleniyor.
- İnsanlar zaten Boğaz’daki korkunç cinayetten ötürü Seyfi’nin mevzusunu şöyle böyle gazeteden okumuş. Mahalleye girip çıkana dikkat ediyorlar. Bütün İstanbul’da Seyfi’nin vahşiliği konuşuluyor. Başka semtlerde de devriyeler ikaz ediliyor.
- Birkaç gün geçiyor. Seyfi’nin ölüsü de dirisi de ortaya çıkmadığından dehlizlerin bir köşesinde öylece kaldığı, sağ çıkamadığı düşünülüyor. Bu yüzden devriye işi tavsıyor bir süre sonra. Fazla kişi dolaşmıyor Sarayburnu’nun aşağısındaki sur mıntıkasında.
- Şeytanın işi işte. O dönem bir üniversitede sanat tarihi bölümünde okuyan üç kız öğrenci var. Bunlar Bizans eserleri üzerinde çalışıyorlar, sık sık eserlerin olduğu yerlere gidiyorlar. Kafalarına esiyor, bir gün gizlice eski bir mekânda geceleyecekler.
- İlk başta İstanbul, katil Seyfi’nin vahşetiyle çalkalandığından çekiniyor diğeri, ancak öteki halkın adli vakayı abarttığını, sadece heyecan yaşayacaklarını söyleyerek ikna ediyor arkadaşını.
- Öğrencilerden biri gitmekten vazgeçince onlar da aynı bölümde okuyan ve bölgeyi de az çok tanıyan bir erkek arkadaşlarıyla birlikte yola çıkıyorlar. Akşama doğru özellikle Bizans kalıntıları var diye Sarayburnu’nun aşağı taraflarına yollanıyorlar.
- Pek kimseye görünmeden dehlizlere doğru kıvrılıyorlar. Çok diplere gitmeyecekler, çıkışa yakın bir yerde geceleri nasıl olduğunu görüp uzun süre kalmadan geri dönecekler. O yüzden yanlarına gaz lambası dışında pek bir şey almıyorlar.
- Bunlar Bizans kalıntılarını, mahzenleri, zindanları konuşuyorlar giderlerken. Mahalleden birkaç kişinin gözüne çarpıyorlar ama doğal olarak dehlizlerde geceleyebileceklerini düşünmediklerinden karışmıyorlar.
- Gecenin köründe bir kadın çığlığı dehlizlerden dışarıya taşıyor. Duyan duymayana sesleniyor, devriyelere haber veriliyor, fenerler yakılarak mahallenin delikanlılarıyla birlikte dehlizlere dalınıyor.
- Fener ışıklarında uzayan gölgeler, hışırtılar, insan siluetini andıran gölgeler… Ağızda bin bir dua eller tabancada, dayakta düşe kalka ilerliyorlar. Daha önce sadece duydukları şeyler yeniden yeniden akıllarına düşüyor.
- Bir ara yerde kanlar içinde yatan bir ceset buluyorlar. Sonradan kimliğini öğrenecekleri sanat tarihinde okuyan erkek öğrenci. “Kim buraya elini kolunu sallayarak girer?”, “Kadın çığlığı duymadık mı?” diye konuşuyorlar aralarında.
- Seyfi’yi aramayı sürdürürlerken bir dönemeçte ağlayan bir kız sesi duyuyorlar. Ürke tırsa oraya doğru yürüdüklerinde dehşetli bir manzarayla karşılaşıyorlar.
- Sanat tarihi öğrencilerinden birinin elleri, ayakları bağlanmış mahzenin bir ucunda. Diğer öğrenci kanlar içinde yerde. Seyfi bir elinde kör bir bıçak, öbür elinde paslanmış, eski bir tas ayakta.
- Öldürülen gençlerin cesetleri o gece çıkarılıyor. Kurtarılan öğrenci sorgulanmak istiyor ama konuşamıyor. Akıl sağlığını kaybetmiş vaziyette. Arkadaşlarının gözleri önünde ölümünü görmüş.
- Gençlerin Seyfi’nin dolandığı dehizlerde gezinmesini açıklayamıyorlar. Derken cinayet haberi gazetelere çıkınca kızların bunlarla gelmekten vazgeçen o arkadaşları polise bilgi veriyor. Geceleme mevzusunu anlatıyor.
- O gece kıskıvrak ele geçirilen Seyfi’yi mahallenin elinden zor kurtarıyor polis. Nezarete bile koymuyorlar öldürülür diye. Adı saklanan bir karakolun bir odasına kapatıyorlar.
- Seyfi her şeyi anlatacağını söyleyip konuştuğundan fazla sıkıntı çekmiyorlar. Hayli durgun ve sakin görünüyor. Ancak olayları anlatırken korkup heyecanlanıyor.
- “Arkadaşlarıma da bahsettiğim kocakarı yüzünden katil oldum! Beni delirtti! Günah dolu işlerine alet etti! Ben masumum” diyor hep.
- Seyfi hep aynı şeyleri tekrar tekrar anlatıyor. Savcıya da polise de aynı konuşuyor: “…Geçenlerde fırtına çıkınca deniz kıyısında bir yere sığındım. Sığındığım harabede rüyama bir kocakarı girdi. Sonradan anladım ki bu kadın hakikatte de vardır…”
- “…Bizans dehlizlerinin dibinde tam 800 yaşında bir cadı vardır. Bu cadı eski bir şarap küpünün içinde uyur. Gözleri ateş gibidir. Dehlizlerin karanlığında ortalığı gündüzmüş gibi görür…”
- “…Kocakarı yaşamak için her elli yılda bir iki genç kızın kanını içmelidir. Ancak bunu kendi kendine yapamaz. Aklını karıştırdığı birini kendine muavenet etsin diye seçer…”
- “…İnsan onu görünce rüya zannediyor ama gerçekten küpten çıkıp üzerine geliyor. İnsanın gözlerini delip kendi gözlerindeki kandan sürüyor. Böylece senin gözün cadının gözü oluyor…”
- “…Cadının gözleriyle her gece o insan korkutuluyor. Cinayete zorlanıyor. Gözlerin mührünün açılması için kişinin öldürdüğü bir kadının gözlerindeki kanı kendi gözlerine sürmesi gerekiyor…”
- “… Mühür açılınca kurtulacağını sanan aldanıyor. Cadı beslenmek için iki kız kurban istiyor. Kurbanları verinceye kadar uyutmuyor, kâbus gösteriyor…”
- “…O gece gençler oraya girmese ben dışarı çıkamayacağımdan kurban bulamayacaktım. Dehlize girdiklerinde cadı beni dürtüp uyandırdı. Kalktım peşlerine düştüm…”
- “…Cadının gözleri insanın gözündeyken ışık gerekmez. Onlar karanlığı fenerleriyle görmeye çalışırken ben onları uzun süre seyrettim. Beni göremediler…”
- “…Önce erkek olanı aradan çıkardım. Beni ilk başta alelade biri sandılar. Arkadaşları bıçaklanırken ağlayarak kaçtılar…”
- “…Göremediklerinden duvarlara falan çarpıp yerlerini belli ediyorlardı. Ben rahatlıklar birini yakalayıp bağladım. Öyle olunca öteki arkadaşı da onu kurtarmaya çalıştı. Bıçağımın altında ilk onun kanını tasa akıttım…”
- “…Ötekinin kanını da tasa akıtıp cadıya götürecekken siz geldiniz. Cadı kurban alamadığından beni uyutmayacaktır, korkutacaktır. Büyünün kurbanı oldum…”
- Seyfi hakikaten hiç uyumuyor, uyuya kaldığında sıçrayıp bağırarak uyanıyor. Deli taklidi yapıp cezadan yırtmaya çalıştığı düşünülüyor. Bu nedenle hapsi boyluyor. Akıbeti meçhul.
Kısmen adli vaka, ziyadesiyle kurgu. Başka korkulu, tarihli floodlarda görüşmek üzere. Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola. İyi geceler efendim…

Bu Konu, Mehmet Berk Yaltırık @SonGulyabani Kullanıcı adıyla paylaşımlar yapan, bir Twitter hesabının, paylaşımlarından derlenerek oluşturulmuştur…

Pelikan Grubu | Pelikancılar Kimdir?
Menzil Tarikatı; Gavs Kimdir? Nasıl Çalışırlar? Mal Varlıkları Nedir?
Serkan Kurtuluş Kimdir?
Kesinleşmiş Cezanın ne kadarı Cezaevinde yatılır! (‘Cezamın yatarı ne Avgat Bey?’)
Corona Virüsü
Yeşil kod adlı; Mahmut Yıldırım Yaşıyor mu?
Türkiye’deki Cezaevi Tür ve Tipleri hakkında pratik bilgiler!
Kur’an-ı Kerim’de Bilim ile İlgili Ayetler? (‘Kur’an bilime yönlendirir!’)
Erkekler neden mesaj yazmaz? Kızlar neden mesaj atmaz?
Akp’nin Yasadışı silahlı eğitim kampları! (‘İç Savaş Hazırlığı, Görüntüler – İddialar’)
Osmanlıca Küfür
Twin Flame
Atatürk’ün dedesi kimdir? | Soy Ağacı
Dr. Mehmet Öz; Corona Virüsü
Türkiye Yunanistan Askeri Gücü Karşılaştırması
David Rockefeller, Servetinin sınırlarına yolculuk! Ve Türkiye’deki Temsilcileri!
Adolf Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in Sözleri
Şehidimiz Var; Albay Okan Altınay
Rabıta Nedir? Nasıl Yapılır?
Ölün İstiyorum Artık | Nejat İşler