Saat gece yarısını vurdu! Korku floodu başlıyor. Bu gece anlatacağım hikaye “Kan Davası”. Uyuya uyusun, sabah okusun. Toplaşın!

- Takriben 1800’lerin başında, Arnavutlukta o zamanki Delvine Sancağı’nda geçiyor mevzu. Osmanlı’nın ayanlar döneminde, “Büyük Yanya Paşalığı”nda.
- Delvine sancağına bağlı Mesopotam diye bir köy var. Bugün Arnavutluk’ta. Ekserisi Ortodoks Arnavutlardan. Köyün asayişini sağlayan kuzeyden gelme silahlılarla birkaç tane de yine kuzeyli muhacir var köyde.
- Silahlıların hepsi kuzeyli değil tabi. Yanya Paşalığı’na hükmeden Tepedelenli Ali Paşa’nın kapusunda yetişen başka kimseler falan da var. Geceleri sürekli köyün patikalarında kol geziyor bunlar.
- Bunların bir kısmı eşkiyalıktan gelme. Ali Paşa’nın Sulliyotlarla cengine katılıp işledikleri cürümler Balkanlarda korkulu hikayelere konu olacak cinsten adamlar.
- Tabi o vakitlerde köydeki yegane korku kaynağı bu adamlar değil. Köylülerin boğuştukları başka bir dertleri var. Ya amansız bir hastalık ya kaynağı meçhul bir bela.
- Gece son derece sağlıklı kanlı canlı uyuyan genç yahut yaşlı herhangi bir kimsenin sabaha beti bezi atmış vaziyette ölüsü çıkıyor. Kimse bir şey duymayıp görmüyor tabi.
- Ancak köydeki ölümler civar köylerde de konuşulunca orada bulunan asayişten sorumlu adamlar telaşlanıyor. “Paşa hesaba çekerse ne deriz?” diyorlar kendi kendilerine.
- Köydeki adamların bir kısmı Delvine Sancağı’ndan gönderilme, bölgeyi insanı pek tanımıyorlar. Diğer bir kısmı da Reşad Beg diye birine bağlı. Reşad Beg’i pek tanımıyorlar ama adamlar arasında namı var.
- Kendi çetesiyle paşanın emrinde pek çok çatışmaya girmiş. Köye bey gibi atanmış, yanına da asker verilmiş işte. Şikayetler Reşad Beg’in kulağına kadar gidiyor tabi.
- En has birkaç adamını çağırtıyor, Delvina’ya gönderiyor. Köydeki ölümleri anlatıp çaresiz olduklarını söylesinler diye Tepedelenli’nin oğlu Veli Paşa’ya.
- Veli Paşa hem Delvine hakimi hem de Derbentler Başbuğu ama sakin tabiatlı. Keyfine neşesine düşkün, devrin İstanbulluları gibi yaşıyor daha çok. Çıkıyorlar paşanın huzuruna.
- Ölümlerden bahsedilince paşa huzursuzlanıyor. “Eşkiya değil hastalık değil, bunca insanın ölümünü paşa babama nasıl açıklarım” diye evhamlanıyor o da haklı olarak.
- Veli Paşa eğlenceye düşkün dedik, kapısında bir meddah varmış. Onun köşkünde yatıp kalkıyor. Rumelinin birçok yerini gezip tozmuş zamanında. Onun ilgisini çekiyor anlatılanlar.
- Köylülerin ölüm şekillerini dikkatini çekiyor bilhassa. Paşa’ya inanması güç gelecek eski bir itikattan bahsediyor. Ta Selanik’e, Edirne’ye kadar rivayetlerde yaşayan, köyleri ıssızlaştıran, geceleri zikredilmeyen bir hurafeyi anlatıyor.
- “Bu derdin devası hekimde değildir. Kostantiniyye’den hekimbaşı gelse çare olmaz” diyerek cadı üstadı nam kimselerden bahsediyor. Parayla tutulup ahaliye musallat olan musibetlerin canını cehenneme ısmarlayan bir acayip kimselerden.
- İnanmasa bile ahalinin ikna olması için cadı üstadı çağrılmasını, yoksa köyden insanların kaçacağını, civar köylerin de etkileneceğini, Tepedelenli Paşa’nın öfkeleneceğini söylüyor.
- Veli Paşa adamları köye gönderip bir cadı üstadı bulup bizzat köye göndereceğini söylüyor. Reşad Beg’e paşanın tedbirini anlatıyorlar dönünce. Birkaç gün bekliyorlar öylece. Bu arada ölümler oluyor yine.
- Beş-altı gün sonra Delvine sancağından süvariler geliyor köye. Yanlarında çoban kılıklı, gariban görünüşlü bir adam var. Üsküp’ün bir köyünden gelmiş, Ergiri taraflarına yolu düşmüş. Cadı üstadı sordurulunca soluğu Delvine’de almış.
- Adam normalde çoban, celeplerle geziyor. Ama atadan dededen el almış, ocak sahibiymiş. Cadıcılık marifeti de buradan geliyor. İlk olarak köyde henüz vefat edip gömülmemiş biri olup olmadığını soruyor. Bir önceki gün ölen birinin evine götürüyorlar.
- Cadı üstadı ölenin önce ayaklarını, sonra boynunu inceliyor. Boyundaki yara izinin ölümlere sebep olduğunu anlatıyor. Daha sonra köyün mezarlığını görmek istiyor.
- Köyün hemen dibinde bir akarsu var, onu geçince bu floodun başındaki fotoğrafta gördüğünüz manastıra götürüyorlar. Manastırın hemen bahçesinde mezarlık.

- Önce havayı sonra tek tek mezarların civarını kokluyor. Mezarında huzur bulmayanın yattığı yerden kükürt kokusu olur diye. Ama burnuna koku çarpmıyor hiçbir mezarda.
- Daha sonra üstünde tasvirler, resimler olan haça benzer bir tasvir çıkarıp mezarlara tutuyor, ardından duaya benzer sözlerin yazılı olduğu bir kağıt çıkarıp yazıp küllerini savuruyor. Ardından kendisini seyreden kalabalığa dönüyor çaresizce.
- Diyor bu köyde bir musibet var ama benim gördüğüm, duyduğum cinsten değil. Bulmak nasip olmadı def etmem de nasip olmaz diyor. Bu musibetn hortlaktan cadıdan başka bir şey olduğunu söyleyerek cadı üstadlarını aştığını anlatıyor.
- Balkan ahalisinin “vampiroviç” yahut “vampirogli” dediği, hortlayanın saldırısı neticesinde dünyaya gelen çocuklardan bahsediyor. Bunlar gündüz dolaşabiliyorlar, yaşıyorlar ama hortlakların gücünü taşıyıp onları öldürebiliyorlar.
- Kimi yörelerde buna “dampir” diyorlar. Böyle birini gıyaben tanıdığını anlatıyor cadıcı. Reşad Beg’in adamlarına seneler önce Yenipazar tarafında Hamza Ali diye bir yeniçerinin namını duyduğunu, onu bulup getirebileceklerini söylüyor.
- Tabi o esnada onu getirene kadar ahalinin geceleri dışarı çıkmamasını, evlerin hatta odaların kapılarına çarmıh tasviri ve sarımsak asıp beklemelerini söylüyor. Reşad Beg’in adamları düşüyorlar “vampiroviç” yeniçerinin peşine…
- Dağ yollarından geçip Ergiri’ye oradan da Tepedelen’e geçiyorlar. Ali Paşa’nın hücumlarından kaçan Arnavut çetelerle karşılaşmamak için bir başka tehlikeyi göze alıp Rumeli eyaleti topraklarına doğru at sürüyorlar. Neden tehlikeli?
- Hem Ohri tarafı hem de eşkıyaları göze alsalar dahi Berat tarafında idare Ali Paşa’nın can düşmanı Avlonya hâkimi İbrahim Paşa’nın elinde. Bunları oradan geçirmezler. Yine de Ohri tarafı güvenlidir diye o yola sapıyorlar, silahlarını gizleyerek ilerliyorlar.
- O senelerde Osmanlı-Rus harbi sürdüğünden yollarda asker alaylarına denk geldiklerinde kaçak sanılmamak için yollarını değiştiriyorlar. Çok yorulup mecbur kalmadıkça hanlarda kalmıyorlar. Gün gece hesabını şaşırıyorlar yollarda.
- Gostivar’dan Kalkandelen’e, oradan da Kaçanik üzerinden Kosova’ya geliyorlar. Hava bozmuş, yollar çamur deryası. Birkaç gün mecburen bir bekar hanında konaklıyorlar Kosova’da. Kalışlarının ertesi günü ahali telaşla sokaklara dökülüyor.
- Çamurlara bata çıka ilerleyen, gençler yaşlılar, kadınlar erkekler, hastalar sağlamlar bir arada, canlı cenaze gibi yürüyen göç katarlarını görmeye çıkıyor insanlar. Semendire, Belgrad muhacirleri.
- Kara Yorgi’nin açtığı isyan bayrağı altına toplanmış Sırp hajduklar Belgrad’dan sonra Semendire Sancağı’nı köy köy ele geçirmeye başlamış. Muhacirler çetelerden kaçıyor. Hanlarda yaşadıkları sıkıntıları anlatıyorlar.
- Reşad Beg’in adamları da o taraflara gidecekler, yola çıkmadan ağızlarından laf almaya çalışıyorlar hana gelen muhacirlerden. Hayduklar Yenipazar’ı bir defa ele geçirmişler ama yeniden Türkler almış, orası emin ama yukarılara pek gitmeyin diyorlar.
- Bilhassa uyarıyorlar hanlardan uzak durmalarını söylüyorlar. Eskiden yeniçeri zorbaları Semendire’de her köye han kurup buralarda haraç topladıklarından hayduklar girdikleri yerde ilk hanları yakıyor diyorlar. Sırp hanlarına da güvenilmeyeceğini anlatıyorlar.
- Yenipazar içinde Baltalı Han diye bir yer olduğunu, bir kısmı sürgün son yeniçeri zorbalarının hanı olarak kaldığını, orada kalabileceklerini söylüyorlar. Reşad Beg’in adamları düşüyorlar yola.
- Bir zaman sonra kulaklarına Sırpça lakırdılar çalınmaya başlayınca memleket değiştirdiklerini anlıyorlar. Lakırdı dediysem çoğu küfür, beddua falan. Köylülerle münakaşaya girmeden geçip gidiyorlar.
- Müslüman ahalinin oturduğu Altun Âlem Camii’nin dibindeki mahalleye geliyorlar Yenipazar’a vardıklarında. Camii civarındaki muhacir çadırlarından birine yanaşıp “Baltalı Han”ın nerede olduğunu soruyorlar.
- Müslüman mahallesinin Sırp mahallesine baktığı bir yerde, kendilerine tarif edilen yerde buluyorlar. Yeniçerilerin Semendire taraflarındaki kabadayılık zamanlarında açılan hanlardan biriymiş burası. Kara Yorgi’nin ilk saldırısında yıkılmış.
- Hayduklar püskürtülünce başıbozuklarla yeniçeriler yeniden inşa edip küçük bir kaleye çeviriyorlar. Geceli gündüzlü üst kattaki pencere başlarında tüfeklerle, küçük metris topları başında nöbet tutuyorlar, alt katın pencereleri taşlarla örülü falan.
- Balta asma uygulamasını bilen bilir, levha yerine balta astıklarından hanın adı buradan geliyor. Sağına soluna hayduk kelleleri falan asılmış, hayli ürkütücü bir yer. Reşad Beg’in yolladığı adamlar bile tedirgin oluyor içeri girerken.
- İçerisi ayrı âlem. Çubuk tüttürenler, çakır içenler, türkü söyleyenler… Hepsi tepeden tırnağa silahlı. “Burada kalsak sabaha ölümüzü bulurlar” diye düşünüp kalmak yerine şehirden Hamza Ali’yi sorup ayrılmaya karar veriyorlar.
- Bunlar orada “vampiroviç” deyince Sırpçadan pirelenen birkaç tanesi etraflarını çeviriyor. Yeniçeri başıbozuklarından bir adam kurtarıyor bunları tanıdıklarım diye. Hamza Ali’de orada kalanlardanmış, böyle karşılaşıyorlar.
- Hamza Ali çok önceden Belgrad yeniçerilerindenmiş. Haraç maraç mevzuları başlayınca sıkıntılar olmuş. O ara hakkında söylentiler çıkınca şikayet edilmiş, Yenipazar’a sürülmüş. Söylentilerin sebebi “mezar açıp ölü kazıklaması” falan.
- Reşad Beg’in adamları bunlara Mesopotam köyündeki sıkıntıyı, cadı üstadıyla yaşadıklarını falan anlatıp kiralamaya geldiklerini söylüyorlar. O taştan mezarda Sırp hayduklardan gelecek ölümü bekleyen Hamza Ali’nin canına minnet. Ertesi gün düşüyorlar yola.
- Yolculuk esnasında konu Hamza Ali’nin zanaatından açılıyor tabi. Hamza Ali geceleri dahi anlatıyor ürpertili işlerini: Davul sesleri dağları inleten ecinni düğünlerini, ırmak boylarında gelinleri boğar peri kızlarını, kabirden kanlı kefeniyle fırlayanları.
- Karanlık yollardan, terk edilmiş köylerden, ıssız mıntıkalardan geçerken ömürlerinde etmedikleri kadar dua ediyorlar. Yağmurun, fırtınanın altında geçip gidiyorlar ölüm sinmiş çamurlu yollardan.
- Önce Delvine’ye geliyorlar. Veli Paşa parasını eliyle sayıyor. Kapusuna girmek istediğini söyleyince bizzat kendi eliyle Tepedelenli Paşa’ya name yazıp onun hizmetine aldıracağı konusunda teminat veriyor. Tabi musibeti hallederse.
- Mesopotam köyüne gelir gelmez Reşad Beg’in huzuruna çıkarıyorlar. Diğer adamlar da onu pek görmemiş. Zebellah suretli, ürkütücü görünümlü birini bekliyorlar karşılarında tabi.
- Karşılarında genç gibi duran, köse, sakalsız, sesi neredeyse ince biri var. Hamza Ali’nin şaşırdığını görünce konaktaki vazifeliler anlatıyor Reşad Beg dediklerinin “bernuşa” olduğunu.
- “Bernuşa”lık şimali Arnavut memleketlerine has bir âdet. Besa’yla falan bağlantılı. Yeminli bakire anlamına geliyor. Bir kadın, yemin içerek erkek adı taşımaya ve erkek gibi kabul görmeye başlıyor. Belli yasaklar ve serbestlikler var.
- Bir ailede hiç erkek kalmamışsa mirası ve hakları devam ettirebilmesi için yahut kişinin kendi isteğiyle olabiliyor. Bernuşalar silah taşıyabiliyorlar, kahveye çıkabiliyorlar vs.
- Lakin evlenmeleri, ilişkiye girmeleri yasak. Bunu yapanlar ölümle cezalandırılıyor. İşte Reşad Beg dedikleri de bir dönemler bu yemini için bernuşa olmuş, ardından elde silah paşanın maiyetine girmiş, şimdiki makamına dek yükselmiş birisi.
- Hamza Ali’nin peşindeyken bunlar köy iyice karışmış. Musibet kendini gösterir olmuş. Kuş yahut koca karı suretinde görenler olmuş. Bazı geceler gelip evlerin tahta perdelerine vuruyor. Ahaliyi silah zoruyla tutuyorlar evlerde.
- Hamza Ali anlatılanları dinleyince sanki her şeyi görmüş gibi oluyor. Musibetten kurtulmaları için yapacaklarını söylüyor. Önce domuz kemiklerinden bir sürü haç yapmalarını istiyor bunlardan.
- Daha sonra bunları köyün manastırının her yerine asmalarını söylüyor. Ardından köyde kimseyi bırakmadan herkesin manastırda toplanmasını istiyor. Adamlar söylenenleri yapıyor. Bir kişiyi evden çıkaramıyorlar.
- O da artık yürüyemeyecek denli yaşlı bir kadın. Kimsesiz birisi, bir ailenin yanında kalıyor. Köye sonradan gelen muhacirlerle birlikte taşınmış. Hamza Ali yaşlı teyzeyi sırtına alıp kalanlarla birlikte manastırın yolunu tutuyor.
- Vakit akşamı bulmuş hazırlıklar yapılana kadar. Geride beyin adamlarıyla Hamza Ali, bir de sırtında taşıdığı yaşlı kadın kalmış. Manastıra yaklaştıkça kadın “İndir beni” demeye başlamış, ağlayıp sızlamış.
- Hamza Ali: “Ben daha sırtıma almadan senin ne olduğunu anladım, bırakmam seni” demiş. Bırakmayarak manastıra taşımaya devam etmiş.
- Kadının şekli şemali değişmiş. Tırnakları uzamış, dişleri uzamış, gözleri koskocaman açılmış. Silahlı adamlar fazla sokulmadan takip ediyormuş iki büklüm yürüyen Hamza Ali’yi.
- Adamlar vurmaya kalkınca durdurmuş Hamza Ali: “Bunun belası manastırın içindedir” diye, kaldırıp sırtından içeriye atmış. Düştüğü yerden kalkamamış musibet. İnsanlar çepeçevre görmüşler kadının asıl yüzünü.
- Hamza Ali bu varlığın “shtriga” olduğunu, baykuş yahut böcek kılığında gezdiğini, ancak ölüp hortlamadan bunları yaptıklarını kısaca anlatmış. O esnada yaşlı shtriga öldürülmeden önce konuşmaya başlamış.
- Beyhude yere musallat olmadığını, oraya çağrıldığını söylemiş. Kan davası olan kan sahibinin kendisini çağırdığını, Reşad Beg’in de aslında kendisinin neden geldiğini bildiğini söylemiş.
- Hem yeminini bozduğu hem de masum kanı akıttığı için beddua aldığını, köy ve halk da onun üstüne kaldığından, Reşad Beg’i öldürmeden üzerlerindeki lanetin kalkmayacağını söylemiş. Beni öldürseniz de işi tamamlamaya başkası gelir diye uyarmış.
- Bu tabi böyle deyince köylülerden bazıları korkuyla konuşmaya başlamış. Köyün eski beyi Konstantin’e ilgisini, yeminini bozduğunu, sonradan anlaşamayınca öldürüp köye yerleştiğini korku ve öfkeyle haykırmışlar.
- Tabi emir demiri keser. Bey Hamza Ali’ye shtrigayı öldürmesi için emir vermiş. Yeniçeri, daha fenasının gelebileceğini söyleyip yapmayınca adamlarına emrederek önce onu ardından shtrigayı vurdurmuş. Başlarını kesip cesetlerini yaktırmış.
- Olayların üstünden günler geçmiş, ölümler olmamış. Ama bir gece Reşad Beg uykusundayken sanki biri onu çağırmış gibi pencereye koşturmuş. Köyde hafif tepelik bir yerdeymiş kaldığı konak. Etraftaki tarlaları ve ötesindeki ormanları gören bir yer.
- Pencereye çıktığında ta uzaklardan bir çift yanan göz görmüş. Ağaçların içerisinden. Sesi soluğu kesilmiş, adamlarını çağıramamış. “Kan sahibi çağırdı beni” gibisinden bir sesi sanki konağın orta yerinde birisi haykırmış da bu da işitmiş!
- Sonrası? Birkaç gün köyden kimse çıkmayınca çevredeki ahali meraklanıp köye gitmiş. Ahaliyi korkularından neredeyse açlıktan ölecek vaziyette evlerinde saklanırken bulmuşlar. Konağı gösterip: “Kan sahibi geldi” diyorlarmış hepsi.
Bu flood burada biter. Uzun halini merak eden ekteki bağlantıdan okuyabilir. Başka korkulu,tarihli floodlarda görüşmek üzere. Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola. İyi geceler efendim… ( https://t.co/iHpcTlhz3N )
Bu Konu, Mehmet Berk Yaltırık @SonGulyabani Kullanıcı adıyla paylaşımlar yapan, bir Twitter hesabının, paylaşımlarından derlenerek oluşturulmuştur…


Pelikan Grubu | Pelikancılar Kimdir?
Menzil Tarikatı; Gavs Kimdir? Nasıl Çalışırlar? Mal Varlıkları Nedir?
Serkan Kurtuluş Kimdir?
Kesinleşmiş Cezanın ne kadarı Cezaevinde yatılır! (‘Cezamın yatarı ne Avgat Bey?’)
Corona Virüsü
Yeşil kod adlı; Mahmut Yıldırım Yaşıyor mu?
Türkiye’deki Cezaevi Tür ve Tipleri hakkında pratik bilgiler!
Kur’an-ı Kerim’de Bilim ile İlgili Ayetler? (‘Kur’an bilime yönlendirir!’)
Erkekler neden mesaj yazmaz? Kızlar neden mesaj atmaz?
Akp’nin Yasadışı silahlı eğitim kampları! (‘İç Savaş Hazırlığı, Görüntüler – İddialar’)
Osmanlıca Küfür
Twin Flame
Atatürk’ün dedesi kimdir? | Soy Ağacı
Dr. Mehmet Öz; Corona Virüsü
Türkiye Yunanistan Askeri Gücü Karşılaştırması
David Rockefeller, Servetinin sınırlarına yolculuk! Ve Türkiye’deki Temsilcileri!
Adolf Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in Sözleri
Şehidimiz Var; Albay Okan Altınay
Rabıta Nedir? Nasıl Yapılır?
Ölün İstiyorum Artık | Nejat İşler