Korku Hikayesi; Osmanlı Dönemi, Balkanlarda Kağıtlara Nakşedilmiş Dehşetler!

Vakit geldi. Bu gece sizleri Osmanlı dönemi Edirne’sine ve Rumeli’ye götürüp kağıtlara nakşedilmiş “bir dönem inanılan” dehşetleri anlatacağım. Başlıyoruz, toplaşın!

  • Bazı floodlarda doğrudan alıntılarda bahsettiğim ama uzunn uzadıya anlatmadığım mevzular. Bazen soruyorsunuz bu Balkan, Rumeli merakımın nereden geldiğini, neden tutku seviyesinde olduğunu, korkulu mevzularını deşelediğimi.
  • Efendim buralar (bazı kısımları hala öyle) bir dönemler korkulu, hortaklı, cadılı mevzuların cirit attığı, resmi kayıtlara bile ahalisinin korkusunun geçtiği bölgeler. Ebussud Efendi’nin hortlak fetvasını vs. anlatmıştım zaten önceden.
  • Bram Stoker, Dracula romanında Jonathan Harker’ın ağzından (Ali Rıza Seyfi de Kazıklı Voyvoda’da Avukat Azmi’nin ağzından) Karpatları dünya batıl inançlarının merkezine koyar. Asıl peyda olduğu mıntıka Balkan coğrafyasıdır.
  • Hikayeler üzerinden gidelim tek tek hangi vakalar kayda geçmiş. Ebussud Efendi ve Sırplardaki kanun örneklerini geçiyorum vakalar üzerinden gideceğim. Seyyahların, kadıların dediklerini aktaracağım.
  • Stephan Gerlach nam kafirin yolu 1570’lerde memleketimize düştüğünde hatıratını kaleme almıştır. Rumeliden geçerken tercümanı mıntıkanın acayip hadiselerini anlatır. Gerlach şaşkın şaşkın dinler ve aktarır anlatılanları.
  • Bulgarların ve Rumların oturdukları mahallerde, kilisenin reddettiği inançsızların cesetlerinin çürümediğini anlatmış tercüman. Ancak bununla kalsa iyi. Bir de üstüne geceleri ortalıkta dolaştıklarını söylemiş.
  • İnsanları korkuttukları ve ellerinden gelirse öldürdükleri söylenen bu korkunç ölmeyenlerin dehşetiyle karşılaşmak hayli uğursuz sayılıyor. Tabii çaresi de var onu da yazmış Gerlach nam kafir.
  • Ahalinin hortlak dehşetinden kurtulmak için mecburen bu ölülerin mezarlarını açıp cesetleri ateşe verdiklerini, rahiplerin tütsüler yakıp: “Kyrie Eleison-Tanrımız Merhamet Et” nidaları savurduklarını yazmış bu seyyah.
  • Rumelide mevzu bitmez. Yıllar yıllar sonra 1699’da Dersaadet’e, Veziriazam Hüseyin Paşa’ya gelen bir mektup musibetin farklı suretlerde devam ettiğini göstermektedir. Mektubu yazan Edirne Kadısı Mirzazade Mehmed Efendi’dir)
  • Kadı efendi Edirne’de Hicri 1110’da (Miladi 1698-99) meydana gelen tüyler ürpertici iki vakadan bahsetmektedir sadrazam paşaya yazdığı mektubunda.
  • İlki Edirne şehrine bağlı Maraş köyünde (bugün Yunanistan’dadır) geçmektedir. Ahali çoktan öldüğünü bildikleri Bıyıklı Ali nam bir adamın mezarında “ervah-ı habise” alametleri görüldüğünü söylemektedir.
  • Mektup çok detay içermese de ervah-ı habise kavramı bilenler için hayli açıklayıcıdır. Ebussuud Efendi’nin fetvasında bahsi geçer. “Ölünün hortlaması kabil değildir ancak cinler kötü işler için mevtayı kullanabilirler”.
  • Malum bizde hortlama itikaden ters. Ama Rumeli topraklarında ahali huysuzlanıp korkabiliyor. O yüzden böyle açıklama getirmişiz hortlama vakalarına. Ahali huysuzlanırsa toprağını terk eder diye.
  • Zaten Ebussuud Efendi de fetvada bu yüzden ahalinin toprağını terk etmemesini söyler. Peki ervah-ı habise alametleri nedir? Yine fetvaya göre “hayli sert bir tarifi” vardır bunun.
  • Bir mahalde geceleri öldü sanılanlar kapılara dayanıyorsa, insanları bir yere gitme bahanesiyle dışarı çağırıyorlar ve çağrılanlar ölüyorsa, birkaç kişi böyle ölmüşse “onlardan birinin dadandığını” anlıyorlar.
  • Tabi bu yetmez, illa bir gören yahut şüphelenen oluyor “meçhul mevtayı”. Çünkü bunlar önce akrabalarına musallat oluyorlar hortlayınca! O yüzden önce kabre gidip şahitlerele açıyorlar.
  • Cesette kızıllaşma, şişme varsa, gözleri kan çanağı gibiyse (bu tarif Evliya Çelebi’de de geçer) mevtanın mezarında “ervah-ı habise” görüldüğüne emin olurlar.
  • Edirne kadısı sadrazama sorar, bu fetvayı hatırladığını ama nerede geçtiğini bulamadığını, ne yapması gerektiğini. Sadrazamın ilk vakanın geçtiği mektuba cevaben gönderdiği emri kesindir.
  • “Köy ahalisinin korkusunu defetmek için mahkemeden bir güvenilir ve olayları bilen bir naip görevlendirilip (bu vazife için) belirlenen çavuş aracılığıyla (olay) mahalline varsınlar.”
  • “kötü ruh alametleri görüldüğü hususunda ittifak ederlerse mezarı açıp kabre koyulduğu gibi olmayıp değişmiş bir halde benzinde kızıllaşma olur ise hüküm veriniz.” Sadrazam doğrudan Ebussuud Ef. fetvasına dayandığını gösterir.
  • Benzinde kızıllaşma görülmüşse ne yapacaklar? Göbeğine kazık, kafayı kesip “ayağı canibine koyma”, ardından iktiza ederse cesedi ateşe verme!
  • Edirne kadısının gönderdiği bir mektup daha vardır ama bunun içeriğini mektubun kendisinden değil, sadrazamın ona gönderdiği bir başka buyruldu metninden öğreniriz. Edirne ahalisi dehşete salan bir hortlak daha vardır!
  • Daha doğrusu mektubu kadının gönderip göndermediği meçhul. Zira buyruldu: “Subaşı!” tabiriyle başlamaktadır. Peki ikinci vaka nedir, sadrazam ne emretmiştir?
  • Edirne’de el-Hacc Sarraf (Yıldırım, Hacı Sarraf) mahallesinin halkı mahkemeye şikayette bulunmuş. Evlerine dadanıp kendilerine korku saçan bir varlığı şikayet etmişler:
  • “Adı geçen mahallenin yakınında bulunan Müslüman mezarlarında üç ay önce vefat eden Cennet nam hatunun kabrinde cadı alametleri meydana geldiğinden hepimizde korku (hali oluşmuştur) diye şikâyet (etmişlerdir)…”
  • Cadı, Rumeli ahalisinin bu varlıklara verdikleri en yaygın isimlerden biri aynı zamanda. 1800’lere dek kullanılmış, hortlak ve vampiri de kullanırlarmış ama bunun kadar yaygın olup olmadığını bilemiyoruz.
  • Neyse mevzuya dönelim. Şikayette “Cennet hatunu” öldüğü halde dolanırken, insanları korkuturken anlattıklarından mahkeme bir naip vazifelendirir. Kadının mezarına şahitlik etmesi için dört kadın gelir.
  • Açılan kabirdeki cesede bu kadınlar bakar. Cennet hatunun çürümediğini, uzuvlarında kızıllaşma olduğunu söylerler. “Cadı alametleri” olduğuna kanaat getirilir. Sadrazam neler yapmaları gerektiğini emreder:
  • “Adı geçen kabri açıp vahşetin defedilmesi için ne şekilde kovulması âdet edilmiş ise mahalle ahalisinin korkularının giderilmesine özen gösteriniz.” Yani yukarıda anlattığım fetvadaki işlemler uygulanarak.
  • Başka mevzu örnekleri de görülür. Bu sefer 1156 Cemâziyelâhırı sonlarında (Ağustos 1743) Terkos’a bağlı Yeniköy mezarlığında ürkünç bir hadisenin cereyanı söz konusudur. Terkos naibi sayesinde öğreniriz bu vakayı.
  • Vakaya verilen cevap sayesinde: ““Yeniköy mezarlığında cadı denilen kötü ruhların engellenmesi ve def edilmesi, bunların bulunup yakılmasına dair hükmün yenilenmesi için ilâm üzere hüküm:…”
  • “Terkos naibine hüküm ki, bundan önce Yeniköy mezarlığında cadı denilen kötü ruhların görevlendirilen bostancı aracılığıyla ve mahkeme aracılığıyla ve Yeniköy zabiti aracılığıyla kötü ruhların yeri bulunup mahkemeye (müracaat edilmesin)”
  • Emrin devamında “pek çok memleketlerde (cadıyı) engelledikleri ve defettikleri gibi yaktıkları haber verildiğinden” tabiri geçer. Yani yazıyı yazmadan önce ahalinin ürpertisinden çoktan mezarda yukarıda bahsettiğim işlemi gerçekleştirmişlerdir.
  • Tırnova cadılarını zaten başka zincirde anlatmıştım. ( Korku Hikayesi ; Vampir Yeniçeriler & Tırnova Cadıları ) Bir de Joseph Piton de Tournefort nam kafirin Ege taraflarında Mykonos adasında başına gelenler vardır ki bir ara onu da anlatırım. Biz Rumeli üzerinden devam edelim.
  • Bazen böyle uzun uzadıya anlatan kayıtlar yoktur, biz bir kayıt olduğunu “mesarif defterlerinden” öğreniriz. Birkaç floodda anlattığım cadıcıların kiralanması (Tırnova’da Nikola gibi) söz konusu, bazıları kayda geçmiş.
  • Makedonya Arşivi’ndeki 1836-39 yılları arasındaki üç ayrı masarif defterinde şu tabirler geçmektedir. Günümüz Türkçesiyle söylemek gerekirse:
  • (Eski Türkçedeki halleri) “…Tikveş’den cadu def’ine gelen adamlara ta’yinat 100 guruş. …Cadu zuhurında def’iyçün Köprili’den celb olınan caducılara ücret 252 guruş.”
  • (Yine eski Türkçedeki halleri) “Bazı mahallarda zuhur eden cadu nam (?) men’ ve def’ine âher kazadan üç def’ada celb olınan cadu üstadlarına cânib-i kazadan olarak verilen hizmet 980 guruş…”
  • Günümüz Türkiye Türkçesiyle: “Tikveş’ten cadı kovmaya gelen adamlara (erzak)… Cadı ortaya çıktığında defedilmesi için Köprülü’den çağrılan cadıcılara ücret… “
  • “Bazı yerlerde ortaya çıkan cadı denilen (?) engellemek ve kovmak için başka kazadan üç defa çağrılan cadı üstatlarına kaza tarafından verilen hizmet…”
  • 1800’lerin sonlarına gelindiğinde Balkanlarda bu tür inanışlarının devam ettiğini gösteren farklı kaynaklar vardır. Artık folklora dair kaynaklar ve Cumhuriyet dönemine dek ulaşan aktarmalar söz konusudur.
  • Bakalım Abdülaziz İbn Cemaleddin Efendi (1858-1918) Eski Osmanlı Adetleri, Merasimleri, Tabirleri ve Davranışları adlı eserinde bize Edirne ve Manastır vilayetleriyle ilgili neler anlatmış?
  • “Eskiden halk arasında “hortlak”, “vampir” adı verilen, vehim ve hayal ürünü bir cismin varlığına inanılıyordu. Bu hayalin esası ise ölenlerin ruhlarıydı…”
  • “Batıl inanışa göre ölenlerin bir kısmının ruhu kötü ruhlara karışarak ve onların şekline girerek bir süre sonra kabirlerinden çıkar, şuna buna ve özellikle kendilerinden farklı yaratılışta olanların hanelerine gelerek onlara musallat olur, fırsat bulursa boğarlarmış.”
  • “Bunlar siyah kıllı tulum şeklinde olup gidecekleri yere kimseye sezdirmeden, yuvarlanarak giderlermiş.” (Shutka Rekorları Kitabı belgeseline göre Makedonya’daki Romanlar hala yuvarlanarak ilerleme motifini koruyor)
  • “Ölülerin böyle hortlak şekline girmelerinde tamamen gömüldükleri yerin etkisi olduğuna inanılırdı. Bazıları kötü ruhlara karışmış bile olsalar hortlak olarak ortaya çıkmaz, kabirleri içinde kalırlarmış.”
  • “Eğer toprağın cinsi ve kabrin şartları hortlamalarına müsait ise kabirlerinden çıkma kuvvetini bulurlar ve istedikleri yere kadar giderlermiş.”
  • “Hortlak çıkan en müsait yerler Edirne ve Manastır civarı derlermiş. Edirne’de ortaya çıkanlara oranın tabirince hortlak, Manastır’da vampir adı verilirdi.”
  • “…Bunların saldırı ve kötülüklerinden korunmak için ocaklı tabir denilen birtakım okuyuculara da (yani cadıcı, cadı üstadı) başvurulur, onların aldığı tedbirlerle kurtulmak mümkün olurmuş.”
  • “Bu okuyucular kendilerince bilinen izleri takip eder, hortlağın hangi mezardan çıktığını kükürde benzer bir koku duyarak anlarlarmış.”
  • “Keşfedilen bu hortlak mezarına çok miktarda sönmemiş kireç ve su dökülür, üstüne kazıklar çakılıp, çalılarla da örtülürse hortlağın bir daha çıkmasının mümkün olmayacağına inanılırdı.”
  • Başka bir vaka. Aramalarda çıkıyor, Osmanlı arşivlerinde 1896 tarihli bir belge vardır. Burada İşkodra’dan “A.” isimli bir kadının cadı olduğunu itiraf ettiği, yakalandıktan sonra bir yıl süreyle İzmir’e sürüldüğü yazmaktadır.
  • Bundan başka: 16 Haziran 1904’te Selanik’e bağlı Doyran kazasında yaşanan bir cadı hadisesinin bahsi geçmektedir. Doyran Kaymakamı Nuri Bey tarafından Rumeli Umum Müfettişliği’ne yazılmıştır.
  • “Rumeli Vilayetleri Umumi Müfettişliğine; Devletlü efendim hazretleri, Doyran kazasının Köşklü ve Savcılı köylerinde, cadı diye tabir olunan hayali bir cismin ortaya çıkması dolayısıyla…”
  • “bahsedilen köyler ahalisi tarafından yeni defnedilmiş iki cenazenin kabirlerinde yakıldıklarının haber alınması üzerine yapılan tahkikat sonucunda; “
  • “bundan kırk gün önce vefat eden Ali Onbaşı ve Hanım Ali isimli kişiler güya cadı veya buradaki tabiriyle vampir olup önce halasının kızı Fatma’nın evinde gece saat bir sıralarında süt pişirirken tenceresine kum atıldığı”
  • “ve evdeki tencere ve sahanların karıştırıldığı ve bu halin beş-on gece devam ettiği gibi ölen kişinin kendi evinde de aynı durum meydana geldiğinden, bundan ölen kişilerin cadı olduklarına inanılarak mezarları açılıp yakıldıkları anlaşılmış”
  • “ve yapılan bu hareket, medeniyetle ve insanlık şerefiyle izah edilemez olduğu gibi esasen hükümete malumat verilmeksizin kabirler açılıp,”
  • “gömülmüş cenazelerin yakılması kanunen ceza gerektiren fiillerden olduğundan, bunu yapanlar hakkında kanuni takibat yapılmak üzere evraklarıyla adliyeye sevk edildikleri bilgilerinize arz olunur. Doyran Kaymakamı Nuri.”
  • Son aktaracağım kaynak bir folklor derlemesi. Osman Saygı’nın Sarıgöl (Selanik tarafında Kayalar’da) folkloru ile ilgili. Derleme çok sonradan yapılsa da anlatılanlar tahminen Balkan Harbi’nden önceki veya sonraki senelere ait
  • Rumeli bölgesinde bir dönemler Selanik Sancağı’na bağlı Vodina’ya bağlı bölgelerden olan Sarıgöl’deki (Kayalar) Çor ve Kırımşah köyleriyle, yine Selanik’in Ağustos kazasında bazı cadı ve cadıcı anlatıları:
  • ““Cadılar daha çok, Sarıgöl’ün Çor ve Kırımşah köylerinde görülürmüş. Cadı; topraktan, damardan, mezardan kalkarmış, ses halinde, korkunç şekilde, kendini belli eder, tahribat yaparmış. Eve, ahıra girer, küpleri devirir, hayvanların üzerine binermiş.”
  • “Telaş ve ağırlıktan hayvanlar ter içinde kalırlarmış. “Gel seni, düğüne götüreyim” diye insanı evinden alır, atının arkasına biner ve o kimseye hayli eziyet yaparmış.”
  • “Sarıgöl’ün Muralar köyünden Abdurrahman ve Murad kardeşler, dededen kalma, cadılarla mücadele ederlermiş. Cadıyı toprak besliyormuş, cesetteki kan besliyormuş. Cadılar cumartesi günleri mezarlarını terk edemezlermiş.”
  • “O günde gidip cadı olanın mezarı açılırmış, kızılcık sopası ile pelte biçimindeki cadının karnı orta yerinden yere mıhlanıp, kireç dökülüp yakılırmış. Tabii bu işleri cadıcılar görürmüş.”
  • “Sarıgöl’ün Uçana köyünden, Mehmet Bölükbaşıların, bir Hristiyan çobanları varmış. Öldüğünde cadı olmuş. Cadı ile mücadele edilmeyince, cadı azılaşır, sömürgen yani “Vırkalak” olurmuş. Çocukları, ayaklarının altından emer öldürürmüş. Bazen insan şekline de girermiş.”
  • Bölükbaşıların Hristiyan çobanı eve gelmiş; bakırını, kebesini, değneğini almış, “Sürgüven” yaylasındaki, koyunların yanına gitmiş ve oradaki, Ali Çambar’ın İsmail Ağa’ya: “Geldim geldim” diye seslenmiş.
  • “Çobanı köpekler tanımışlar, üzerine atlamaya başlamışlar, Valibelif tarlasının üzerine çıkınca “Kurtyesi” cadıyı yakalamış ve yemiş, gitmişler, bir bakmışlar ki çobanın yalnız yamçısı, bakırı ve elbisesi kalmış.”
  • “Kurtyesi’ne “üşek” de denirmiş. Üşek, aynı kurt gibi üzerinde beni olan bir çiçekmiş, otmuş.”
  • “…Birinci Cihan Harbi sıralarında Selanik’in Ağustos kazasında “Hâkime” isminde bir cadı türemiş ve bütün o ilçe halkını rahatsız etmiş. Ve Muralarlı Murat Ağa’yı, kasabaya çağırmışlar ve cadı öldürülmüş.”
  • “Kayalarlı Uçanalı Behzat Ağa, Halis Ağa, Ağustoslu Şükrü dayılarda misafir imişler. O semtin muhtarı da Yusuf Efendi imiş. Cami’den çıkan cemaat Hâkime cadının olduğu yere toplanmış. Orada, elektrik şeraresi şeklinde bir kımıldama hareket gözüküyormuş.”
  • Günümüzde Balkanlarda artık daha çok Sırbistan’da, Romanya’da, Shutka belgeseline göre kısmen Makedonya’da anlatılıyor artık hikayeleri. Trakya’da ise “hayalet gelin” dedikleri bir motif kalmış bu inanıştan geriye araştırabildiğim kadarıyla. Korku Hikayesi; “hayalet gelin” anlatısı nedir? neler anlatılır? (Balkanlar)
  • Bu flood da burada biter. Haftaya salı gecesi malum Cadılar Bayramı falan, çifte flood gelecek. Başka korkulu,tarihli floodlarda görüşmek üzere. Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola. İyi geceler efendim…
  • Bu da floodun ve gecenin şarkısı olsun: Leb i Sol -Uci Me Majko:

Bu Konu, Mehmet Berk Yaltırık @SonGulyabani  Kullanıcı adıyla paylaşımlar yapan, bir Twitter hesabının, paylaşımlarından derlenerek oluşturulmuştur…

guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm Yorumları Göster
mutlakaoku.com |
0
Bu konuda sen ne düşünüyorsun? Yaz Mutlaka Okunsun...x