Flood'un Yayınlandığı Tarih:8 Şubat 2020 @ 11:29
“Kadınlara değer verilmiyor” mu, kadınlar kendilerine değer verilmesine razı mı? İlk soruyu çok duydunuz, TV’de, sokakta, konferanslarda, gazetelerde dergilerde de okudunuz… İkinci soruyu da ben soruyorum; Kadınlar kendilerine değer verilmesine razı mı?
- Hani; “Nâ-mahreme ben söyleyemem kızlarımın, karımın ismini…
Hem öldürürüm, sorma sakın!”
Diye, tahrir-i nüfus istemiyen er kişiler!…Hz. Mehmet Âkif’in Safahat’ındaki bu cümlelerin sahibi, kızının ve hanımının ismini nüfus memuruna söylemek istemeyen bir baba.
- M. Akif nüfus memuruna hanımının ve kızının adını vermeyen kişilerden “tahrîr-i nüfûs istemeyen er kişiler” şeklinde bahsediyor. Bir erkek kadının ve kızının adını vermek istemiyor. Nedendir sizce? Gelin size kaybettiğimiz veya muhafaza edemediğimiz bazı değerlerden bahsedeceğim.
- Lâik kesim, tarih, din ve gelenek düşmanları yıllarca Osmanlı’yı kötülemek için Osmanlı döneminde kadına değer verilmediğini iddia ettiler. Bu düşüncelerini desteklemek için de; “Osmanlı döneminde kadınları ve kız çocuklarını nüfus sayımında saymadılar” dediler.
- Batılılaşma hareketlerine rağmen nüfus sayımlarında kadın nüfusunun sayılmama sebebi saymaya değer görülmemesi, kadına değer verilmemesi, vergiye tâbi olmama gibi sebepler değildi. Kadınlar sayılamamışlardır; Çünkü sayıya gelmeyecek, sayılamayacak kadar kıymetlidirler.
- Hz. Akif’in dizelerinden de anlayacağınız üzre kocalar/babalar hanımlarının ve kızlarının sayısını ve isimlerini sayım görevlilerine vermeyi reddetmişti. Fakat Tanzimat’tan sonraki nüfus sayımlarında kadınların sayıları tahminî olarak çıkarılabilmiştir.
- Bugün günümüzde bile hukuk dilinde yeri muhafaza edilen “mesken masuniyeti” tabiri kuru bir binanın cümle kapısından başlayan dokunulmazlığı değil, içinde bulunan ve bulunma ihtimali olan kadının ve çocukların (ailenin) dokunulmazlığını ifade etmektedir.
- Her ne sebeple ve her kimin olursa olsun (gayr-i müslimlerin meskenleri de böyledir) Türk hayatında başka bir hânenin sırlarına vâkıf olmak ahlâksızlık, sınırlarını geçmek hâneye tecâvüz addedilir. Çünkü hânenin içinde han-ım vardır.
- Birinin cüzdanında çantasında veya masasında çerçeveli şekilde nişanlınızın, hanımınızın veya kardeşinizin, annenizin fotoğrafını başköşede görseniz tepkiniz ne olurdu? Peki aynı durum sanal ortamda olunca değişen nedir?
- Sürekli saadet anılarınızı, evinizin içini, yediğinizi içtiğinizi, vücudunuzu, eşinizin size yaptığı süprizi teşhir etme “düşüncesizliği” düşünmeye değer bir şey değil mi? Mahremiyet diye çok önemli bir değeri, utanma diye çok önemli bir duyguyu yitirdiğimizin farkında mısınız?
- Kendine muhafazakâr diyenler neyi muhafaza ediyor? Hangi değeri, hangi geleneği koruyor? Hânene girilmiş, her türlü mahremiyetin teşhir edilmiş durumda. Adam karısının kızının fotoğrafını sosyal medyaya koyuyor yüzlerce kişi beğeniyor? Hiç mi utanma kalmadı? Edep, haya ne oldu?
- Şimdi soruyorum; adam karısının veya kızının adı ile sosyal medya hesabı açıp bir şekilde kendisini teşhir etmesine müsaade etmese, buna razı olmasa ve karşı çıksa, kaç kişi kendisine değer verildiğini düşünecek? Kaç kişi bunu düşünebilecek bir zihin yapısına sahip?
- Rahmetli N. Ertaş’a “İlk ne zaman aşık oldun?” diye sorulur; “13 yaşımda. Yozgattaydık, mahallenin kızıydı. Ona bir türkü havalandırdıydım” der. Kızın adını söyler, sonra da pişman olur. “Yazman gurban oluyum, sevda sırrınan olur.” der. Peki ya bu düşünceye sahip beyler nerede?
- Rahmetli A. Karakoç da Mihriban şiiri hakkında şöyle anlatıyor; “Bazıları “Gerçek mi” diyor, gerçek diyorum. Ama ne saçları sarıydı ne de adı Mihriban’dı. O gençliğimde yaşanmış bir aşktı. Ama şimdi adını teşhir etmem, ayıp olur. Benim takmış olduğum sembol bir isimdi Mihriban.”
- “Lafın tamamı aptala söylenir” derler. O yüzden burada bitiriyorum. Herkes üzerine düşeni almıştır umarım. “Ekran görüntüsü alıp duruma koyabilir miyim?” diye soranlar oluyor, evet sorun yok, kullanım hakkı Türk milletine aittir. 🙂