1870 Paris Kuşatması hakkında “gurme” flood. Noel gecesinden bir restoran menüsüyle başlayalım (bu restoran artık yok):
– Doldurulmuş eşek kafası
– Fil çorbası
– Kızarmış kedi ve sıçan
– Kanguru güveç
– Truffle mantarlı antilop
– Geyik soslu kurt eti (şair ruhlu bir aşçı)
- Bu, kuşatmanın 99. günü. Tahmin ettiğiniz gibi, hayvanat bahçesini çoktan boşaltmışlar. Yemek kültürleriyle ünlü Parislilerin, normalde yenmeyecek bunca şeyi yerken, tarzlarını korumaları acayip. Cicilerini giyip, iyi şaraplar eşliğinde sıçan yemeye gidiyorsun. Kültür işte.
- Bu sıçan yeme işi, kuşatmanın sembollerinden biri oluyor ama işin aslı, sıçan yemek bir zaruret değil, bir ayrıcalık haline gelmiş. Nitekim sadece görece zenginler fare yiyebiliyormuş. Kedi ve köpek etinden 2 kat daha pahalı. Pate yapıp ekmeklerine sürüyor zenginler.
- İnek, koyun, tavşan ve balık tükenince (ya da zenginler zulalayınca), ilk alternatif atlar olmuş. Arabalar ve askerler yüzünden şehirde bir sürü at var, kilosu fareden 5 kat ucuz. Gözünü bağlayıp kafaya balyozla vuruyor, kanını bir kapta toplayıp ondan da puding yapıyorlar.
- Atlar azalınca sıra sokak hayvanlarına, sonra da hayvanat bahçesine gelmiş. (O zamanlar “ev hayvanı” konsepti yaygın değil. Olsaydı, acaba önce onları mı yoksa hayvanat bahçesinin meşhur fillerini mi kesip yerlerdi?) Buraya kadarki kısım için kaynak: https://t.co/7Qmh6aBYTe
- Almanların kuşatması öyle sıkı ki, yemeği bırak, mektup bile geçemiyor hatlardan. Dış dünya ile haberleşme balonlarla yapılıyor. Balonun da gitmesi kolay ama dönmesi zor, o yüzden Paris’e yaklaşınca “daha güdümlü” olan posta güvercinleri balondan atlayıp mesajları getiriyor.
- Millet güvercinleri yemesin diye sanırım, bu yöntem sadece hükümet haberleşmeleri için kullanılıyor. Çoğunluk, 4.5 ay boyunca, yeni imparator Napolyon’un (üçüncüsü bu) ana ordusundaki 200 bin askerle beraber teslim olduğundan, Paris’i kurtarmaya gelmeyeceğinden habersiz.
- Bu sırada aç fakirler ne yapıyor? Önce serbest piyasa, sonra 100 gr et kotaları, o bitince kuru ekmek, ot, vs. Gece bombardımanları başladığında, açlıktan uyuyamayan bu insanlar şimdi gürültüden de uyuyamıyorlar. (O zamanki bombalar patlamıyorlar gerçi, sadece gülleler)
- Sonunda ateşkes imzalanınca -hem de Versailles Sarayı’nda, Alman İmparatorluğu ilan edildikten sonra- Bismarck verdiği sözü tutup, kuşatmayı gevşetiyor. Hatta Almanlar bizzat asker kumandalarını şehre yolluyorlar. Tam bu sırada da karaborsacıların zulaları ortaya çıkıyor.
- Yani bunca zamandır aç kalan, bombalarla ölen insanlar, ateşkesin ağır şartlarını öğrenince -ki daha barış anlaşması yapılmamış, onun tazminatı ayrı-hem bir hiç için bunca fedakarlığa girdiklerini, hem de bir sürü zenginin bu durumdan daha da zengin çıktıklarını görüyorlar.
- Kuşatma sırasında Napolyon esir olduğu için, fırsattan istifade tekrar Cumhuriyet ilan edilmişti zaten. Fakat bu, fakirlerin ve devrimcilerin gazını almaya yetmiyor. Onlara göre cumhuriyetçiler asıl düşmanları. Savaş içinde devrim yapıp, Paris Komünü’nü canlandırıyorlar.
Napolyon demişti “bir ordu, midesinin üstünde yürür” diye. Sosyalist devrimler de midelerle epey alakalı.
Bu Konu, Immanuel Tolstoyevski @imTolstoyevski Kullanıcı adıyla paylaşımlar yapan, bir Twitter hesabının, paylaşımlarından derlenerek oluşturulmuştur…