Din ve Siyasete Dair! (“Ayakların başlara basarak yukarı çıkma yarışı!”)

Hayatın inşasında en aktif ve aktüel rolü siyaset kurumunun oynadığı inkâr edilemez bir gerçektir. Hayatı inşa etmeye talip bir dinin siyasete bigâne kalması düşünülemez. Vahyin maksadına uygun bir okunuş ile bu konudaki koordinatları şöyle sıralayabiliriz:

  • İSLÂM VAHYİ BİR HAYATI İNŞA PROJESİ OLDUĞU İÇİN SİYASETE BİGÂNE KALAMAZ: Çünkü, inşa edilmesi gereken hayat bu dünyadadır. Bu hayat, sırf soyut ve zihnî değil, somut ve besbelli yaşanan bir hayattır.
  • Bu inşanın prototipini gerçekleştiren Hz. Peygamberde, ilâhî projeyi bu dünyada uygulamıştır. Onun içindir ki “bu din ibadeti siyaset, siyaseti ibadet olan bir dindir” diyen doğru söylemiştir.
  • İSLÂM BİR DİNDİR, SİYASİLEŞTİRİLEMEZ: Çünkü, din asıl, siyaset ferdir; asıl ferin, bütün parçanın, cevher arazın üzerine bina edilemez. Bu anlamda siyaset “amel”dir. “Siyasete bigâne kalmamak” ile “siyasileştirmek” arasındaki hassas dengeyi bozmamak esastır.
  • Din ile siyasetin benzerliği, ikisinin de hayatı düzenlemeye talip olmasıdır. Fakat ikisi arasında mahiyet farkı vardır; din insanı hem ontolojik anlamda ezeli mazisiyle, hem de eskatolojik anlamda ebedi geleceğiyle kuşatır. Siyaset ise aktüel, konjonktürel ve değişkendir.
  • DİNE GÖRE, SİYASETİN AMACI ADALETTİR: Bunun için de yönteme ilişkin ayrıntı vermez. Kur’an anayasa olsun için indirilmemiştir. Çünkü toplumsal sözleşmeler olan anayasalar sonuçta siyasal metinlerdir. Zamanın ve mekânın şartlarına göre değişirler.
  • Din, anayasaları değil, anayasa yapan tasavvurları, akılları ve kişilikleri inşa etmeye taliptir.
  • VAHİY ADALETİN GERÇEKLEŞMESİNİN EN GARANTİLİ YÖNTEMİNİN ŞURA OLDUĞUNU SÖYLER: İstişare, “ortak aklı harekete geçirmek” demeye gelir. Ancak, ortak aklı harekete geçirmek için önce tek tek akılların var olması şarttır.
  • Bireylerin tek tek “akıl” adını almaya layık bir akletme kapasiteleri yoksa, orada şuradan söz edilemez; olsa olsa şartlandırmadan ve güdülemeden söz edilebilir.
  • DİN, ÖZÜNDE ‘RESMİ’ DEĞİL ‘SİVİL’ BİR KURUMDUR: Dinin sivil tabiatı görmezden gelindiğinde, devlet dini istismar edecek, dinin devletle aynı gözede buluşması, “yılanla çuvala girmek” anlamını taşıyacaktır.
  • Çünkü dinin devletle girdiği her ilişkiden, sonunda din “devletleştirilerek” ve devlet de din sayesinde “devleşerek” çıkmıştır. Bu, dini kendi kurumlarına sahip olamayan, kendi ayakları üzerinde duramayan ve kaderini devlete bağlayan zaaflı ve zavallı bir yapı konumuna sokmuştur.
  • DİNİN ÜMMETİ (TOPLUMU), ÜMMETİN DEVLETİ VARDIR: İslâm inşa ettiği şahsiyetlerden bir toplum oluşturur, siyasal kurumları ise o toplum oluşturur. Tersi bir durum, ters bir durumdur.
  • Din devlete nispet edildiğinde, devlet adına işlenen zulümlerin sorumluluğu dinin sırtına yıkılacaktır. Daha da beteri din de toplum da devletin köleleri haline gelecektir.
  • DİNİN VAZ ETTİĞİ SİYASET, YÖNETENLERİN YÖNETİLENLERİN OMUZUNA ÇIKTIĞI PİRAMİT SİYASETİ DEĞİL, TIPKI CEMAATLE NAMAZDA SEMBOLLEŞEN SAF SİYASETİDİR: “Hayırlarda yarışın!” talimatı, bu siyasetin parolasıdır.

Bu yarış, ayakların başlara basarak yukarı çıkma yarışı değil, ayakların yerde olduğu bir öne geçme yarışıdır. Piramidik siyasetin istikameti dikey, saf siyasetinin istikameti yataydır. Dikey siyaset kul etme-kul olma dilemmasına mahkûmdur.

Kaynak; Twitter, Mustafa İslamoğlu@mustafaislamogl

guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm Yorumları Göster
mutlakaoku.com |
0
Bu konuda sen ne düşünüyorsun? Yaz Mutlaka Okunsun...x