24 Haziran Seçimleri Sonrası Dolar TL Kuru ne olacak? (‘5 Lira değil, 8 lira da olur!’)

2008 küresel finansal krizi sonrası hissedilen ilk titreşimler, 2013’te ABD Merkez Bankası’nın politika değişikliği sinyaliyle çalkantıya dönüşmüştü. 2018 ise bu çalkantıların sarsıntı şiddetine yükselerek deprem etkisinin gözlemlenmeye başlayacağı geçiş yılı olacak.

  • Peki uzunca yıllar iktidar partisi AKP’nin güçlü yanı olarak dile getirilen ekonomi, nasıl oldu da zayıf karnı haline dönüştü? Bir zamanlar ekonomide istikrarın sembolü olarak gösterilen TL, nasıl her yeni gün rekor kıran doların karşısında eriyor?
  • İktisat bilimine göre dış sermaye akışının yavaşladığı bir dönemde dış finansmana muhtaç bir ekonominin eş zamanlı sabit döviz kuruna, bağımsız para politikasına ve serbest sermaye hareketlerine sahip olması mümkün değil. Bu durumun ismi “üçlü açmaz”.

  • “Sabit döviz kuru”, dolar kurunun tamamen sabitlendiği veya dar bir bant içerisinde sınırlı hareket ettiği bir durum. “Serbest sermaye hareketleri” ise yatırımcıların paralarını serbestçe Türkiye’ye getirebilmeleri ve geri çıkarabilmeleri demek.
  • “Bağımsız para politikası” ise merkez bankasının yerli veya yabancı yatırımcılardan bağımsız kendi belirlediği istikamette faiz ve likiditeyi belirleyebilme yeteneği. Burada bahsedilen cumhurbaşkanının TCMB’ye (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) müdahale etmemesi değil.
  • Düzenli cari açık veriyorsanız bunun finansmanını yurtdışından sağlamak zorundasınız. Yatırımcıların güvenle parayı getirmeleri için parayı çıkartırken de aynı serbestiyi sağlamanız şart. Bu nedenle Türkiye gibi ülkelerde sermaye hareketleri serbesttir.
  • Peki ya dış finansman akışı yavaşlarsa? İşte o zaman üçlü açmazın sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsınız. Özetle dış sermayeye muhtaçsanız ve yurtdışından gelen para miktarı azalmışsa ya daha yüksek faiz ödeyeceksiniz ya da paranızın değersizleşmesine göz yumacaksınız.
  • Peki ya üçlü açmazın Türkiye ile ne alakası var? Türkiye son 10 yılda ortalama 45 milyar dolar cari açık veren üstelik özel sektörün net dış borcu 223 milyar dolar olan bir ülke. Kısacası Türkiye tam anlamıyla üçlü açmazın içerisinde.
  • 2013 Mayıs sonrası yatırımcıların azalan risk iştahı neticesinde Türkiye gibi muhtaç ülkeler Kırılgan 5’li ismiyle anılmaya başlandı (Hindistan, Endonezya, Brezilya ve Güney Afrika). Peki Türk lirasının değeri üzerinde ortak sorumluluk sahibi olan hükumet ve TCMB ne yaptı?
  • 2008 küresel krizi sonrası oluşan yıkımın kendiliğinden çözülmesini kendi başarısı zanneden ekonomi yönetimi, tam bu dönemde büyük kibir içerisindeydi. Öyle ki Nobel ödüllü Stiglitz’in “TCMB, Nobel İktisat Ödülü’ne layık olabilir” sözleri Ankara’da yankılanmaktaydı.
  • Halbuki durum çok ciddiydi ve 2008 krizinin sonucunda ortaya çıkan para bolluğu tehdit altındaydı. Kibir sonucu dönemin TCMB Başkanı Başçı “Biz bu doların belini kırarız, dolar yıl sonu 1,92’ye düşecek.” gibi racon kesen açıklamalarda bulunuyordu.

  • Mayıs 2013’ten Ocak 2014’e kadar olan 8 ay içinde dolar kuru 1,79’dan 2,41’e kadar çıkıp %35 değer kazanınca TCMB faizleri bir gecede 400 baz puan arttırmak zorunda kaldı. Kibir döneminin sonu acı oldu. Dolar kuru bir daha 2,07 seviyesinin altını görmedi. (Görsel: Dolar Kuru)

  • Aşırı doz faiz ilacını alan dolar kuru 2014 yılını sakin bir şekilde geçirirse de 2015 yılı ile birlikte sermaye akışında yeniden zorlanmalar yaşanmaya başladı. Bu sefer TCMB geçmişten dersini almıştı fakat hükumetin rehaveti karşısında yetkisiz kalmıştı.
  • Bu ortamda Ocak 2015’ten Eylül 2015’e kadar olan 8 ayda dolar kuru önceki zirve noktası 2,41’den yeni zirve noktası 3,09’a çıkarak %28 değer kazandı. Rehavet dönemi çok can yaktı. Dolar kuru TCMB’nin pasifliği neticesinde bir daha 2,78 seviyesinin altını görmedi.

  • Zorlu geçen yılların ardından Ekim 2015 ve Ekim 2016 tarihleri arasında küresel risk iştahının kısmi de olsa yeniden açılması Türk lirasının imdadına yetişti. Faiz artırımı yapmadan dolar 2,91-3,09 dar bandına sıkıştırılabilir hale gelmişti.
  • Ta ki yalancı baharın Kasım 2016’da Trump’ın ABD Başkanlığı’na seçilip yeni bir fırtına başlatacağı günlere kadar. Bu sefer TCMB üzerinde hükumet baskısı büyüktü; cumhurbaşkanı 2014 Ocak’taki gibi “faiz lobisine boyun eğilmesine” asla müsamaha göstermeyeceğini söylüyordu.
  • Erdoğan’ın şahsına özel ekonomi teorisi vardı. Enflasyonun genel kabul görmüş biçimde yüksek faizle kontrol altına alınabileceğine değil, yüksek faizin yüksek enflasyonu yarattığı iddiasındaydı. Bu nedenle TCMB istese de gerekli faiz artırımını yapamıyordu.
  • Yaklaşık 4 ay süren bu küresel dalgalanma sonucunda dolar kuru 3,09’dan 3,94 seviyesine çıkarak yine %28 değer kazandı. Hükumetin cehalet döneminin bedeli de vatandaşın sırtına kalmış oldu. Dolar kuru 3,38’in altını bir daha hiç görmedi.

  • Ocak 2017 itibarıyla küresel piyasalarda yeni bir bahar oluşmaya başlamış ve Türkiye nefes alabilir hale gelmişti. Bu seferki bahar öyle güçlüydü ki karamsar görüşte olan birçok piyasa oyuncusu dahi varsayımlarını değiştirmeye başlamıştı, ta ki Şubat 2018 ayına kadar.
  • 16 Nisan referandumu sonrası artık hem hükumet hem de TCMB yönetimi baştan sona Cumhurbaşkanlığı’nın kontrolü altındaydı. Saraydan verilen mesaj açıktı: “her ne pahasına olursa olsun seçimleri kazanmalıyız.”.
  • Bu koşullar altında ekonomideki olası ani çöküşü erteleyecek her tip politika uygulanacak ve büyük çöküş mümkünse yerel seçimlerin (2019 Mart) olmazsa da en azından cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin (24 Haziran) arkasına ötelenecekti.
  • Yatırımların zoraki de olsa devam ettirilebilmesi için tüm kamu olanakları (kamu bankaları ve Hazine dahil) kullanılarak ekonomiye kısa süreli makyaj yapılacak; bütçe, borçluluk durumu ve cari denge göz ardı edilecek, dolar kuru serbest bırakılacaktı.
  • Hükumetin kısa vadeli çıkarcılığı ile vatandaşın uzun vadeli refahının tamamen ayrıştığı bu dalalet döneminin sonucu Şubat 2018 ile Mayıs 2018 tarihleri arasındaki yalnızca 3 ayda dolar kurunun 3,81’den 4,50’ye çıkarak %15 değer kazanması oldu.

  • Dalalet döneminin ne zaman biteceği belli olmamakla birlikte (en kötüsünü henüz yaşamadık) tüm bu süreçte hayali faiz lobisine yenik düşüldüğünü; eş zamanlı hem dolar kurunun hem de faizlerin yükseldiğini TCMB’nin kendi faizleriyle gösterelim.
  • Peki ama hükumet bu politikalarıyla işlerin çok daha kötüye gitmesinden endişe etmiyor mu? Elbette küresel risk iştahında olacak sarsıntının büyümesi halinde durumun “ani duruş” şekline dönüşebileceği endişesini yaşıyor. Kısaca bu durumu tanımlayalım:
  • Son 5 yıl içerisinde yavaşlayan dış finansman akışının tamamen durması ve hatta net sermaye kaçışının olması. Bir hatırlatmada bulunalım. Son dönemde iş insanlarının paralarını yurtdışına kaçırdıklarını sürekli duysak da giriş miktarı hala çıkış miktarının üzerinde.
  • Peki “ani duruş” gerçekleşirse ne olur? En güzel örnek 2014 Temmuz sonrası petrol fiyatlarında çöküş yaşanması sonrası Rusya’nın başına gelenler. 2014 Temmuz ve 2015 Şubat arasındaki yalnızca 8 ayda dolar/ruble kuru 34’ten 72’ye fırlamış; doların değer kazancı %112 olmuştu.

  • İşte en çok endişe edilen durum bu. Doların 4 liradan 5 liraya değil, 8 lirayı aşması gibi felaket bir olasılık bu. Tam bu noktada devreye dış politik ilişkiler giriyor. Rubledeki bu çöküşten yalnızca 4 ay önce Rusya, Doğu Ukrayna’ya askeri müdahalede bulunmuştu.
  • Batı’nın Rusya’ya karşı uyguladığı finansal yaptırımlar ülkedeki krizin ani duruş benzeri büyük bir darbe yemesine neden olmuştu. Türkiye, Batı için elbette bir Rusya değil; üvey evlat muamelesine rağmen bir NATO ülkesi.
  • Türkiye 2015 yılında benzer bir risk altına girmişti. Dolar kurunun yine rekor kırdığı ve 1 Kasım seçiminin öncesinde (19 Ekim) Almanya Başbakanı Merkel Türkiye’ye ziyarette bulunmuştu. Altın varaklı koltuklarda ağırlanan Merkel’e sunulan talep “Bizi ani duruşa itmeyin” idi.

  • Benzer riskin yaşandığı Mayıs 2018’te Erdoğan’ı önce İngiltere Kraliçesi’nin karşısında ve sonra uluslararası yatırımcıları ikna turlarında gördük. Seçim öncesi dolar kurunun rekor kırdığı günlere denk gelen bu toplantıların gündemi Türkiye’nin ani duruşa itilmemesi ricası.

  • Bununla birlikte siyasilerin etki alanının sınırlı olduğunu, her tip komplo teorisine ismi karışmış George Soros başta olmak üzere birçok yatırımcının 1992’de İngiltere Merkez Bankası’nı mat ederek sterlinin devalüasyona uğrattıklarını hatırlatalım.
  • Peki hiç kurtuluş şansı yok mu? Bu krizden kaçış yolunun kalmadığını belirtelim. Daha önce de açıkladığımız üzere bu kriz “kurbağanın tencerede hafif hafif kaynatılması” şeklinde gerçekleşecek ve dibe düşüş de dipten çıkış da uzun yıllar alacak.
  • Bugüne kadar kayıt dışı yöntemlerle sallantı dönemlerinde ülke içine sokulmuş, kaynağı muhtemelen Katar gibi Körfez sermayesi olan fonların 223 milyar dolarlık özel sektör net dış borcu karşısında kalıcı bir şekilde yardımcı olması imkânsız.
  • Yaklaşık 30 milyar dolar gibi cüzi bir miktarda olan TCMB net rezervleri nedeniyle faiz oranları ciddi şekilde arttırılmadan kur patlaması durdurulamaz. Sabit kur rejimi gibi tercihler ülkeyi doğrudan krize sokacak büyüklükte faiz artışı yapılmadığı takdirde çalışmaz.
  • Vatandaşın bankalarda tuttuğu dolar mevduatlara dokunmak gibi uç politika önerileri ise panik yaratarak finansal sarsıntıyı kusursuz fırtınaya çevirmekten başka sonuç getirmez.

Özetle ekonominin mevcut durumu çerçevesinde “dolar duası” hariç hiçbir kurtuluş yolu bulunmuyor. Dolar duasının da tanımını yapalım: kalıcı bir şekilde küresel risk iştahının artarak 2002-2012 dönemindeki gibi Türkiye’ye sıcak paranın yağması.

  • 24 Haziran seçimlerinde bir iktidar değişimi ekonomik gidişatı kısa vadede düzeltemez fakat oluşacak iktisadi enkazın toplumun yalnızca düşük ve orta gelirli kesimlerine yüklenmesini engellemeyi başarabilir. Kısacası krizin yükünü adil bir şekilde paylaştırabilir.
  • İş insanlarının şirketlerinin içini boşaltarak servetlerini yurtdışına kaçırmaları; borçlarını bankalara bırakarak bankaların 2001’de olduğu gibi batmaları ve nihayetinde ortaya çıkacak yükün devlet eliyle vatandaşın sırtına bindirilmesine yeni bir iktidar mâni olabilir.
  • Ekonomi yönetimindeki basiretsizliği yazının başında belirttiğimiz kırılgan 5’li para birimlerinin son 5 yıldaki dolara karşı durumlarıyla özetleyelim. Kısacası diğer ülkelerdeki olağanüstü politik risklere rağmen bizim ekonomi yönetimimiz en kötü performansı sergilemiş.

  • Bu süre zarfında Brezilya Devlet Başkanı Rousseff’un Yüce Divan tarafından görevden alındığını ve diktatörlük denemesinde bulunan Güney Afrika Devlet Başkanı Zuma’nın zor da olsa devrildiğini belirtelim.
  • Bu koşullar altında toplum olarak yapılabilecek olan tek şey 24 Haziran seçimlerinde sandığa gitmek ve ekonomiyi bugüne kadar getirenleri cezalandırıp, yeniden toparlanma sürecinde sosyal adaleti göz önünde bulunduracak adayları desteklemek!

Peki mevcut iktidar devam ederse ne olur? 2008’den beri ekonomik buhran içerisinde çırpınan Yunanistan’ın durumuna düşeriz. Yunanistan krize kişi başı yaklaşık 30 bin dolar gelir ile girmişti; Türkiye’de ise bu rakamın yalnızca yaklaşık 10 bin dolar olduğunu hatırlatalım.

Vatandaşımızın böyle bir buhranı kaldıracak gelir ve serveti yok. Kibir, rehavet, cehalet ve dalalet dönemlerinden sonra gelecek “hıyanet” döneminin yükünü taşıyamayız. Bu nedenle geleceğimize sahip çıkmak için gerekeni 24 Haziran’da yapmalıyız.

Bu Konu, M. Murat Kubilay @mmkubilay Kullanıcı adıyla paylaşımlar yapan, bir Twitter hesabının, paylaşımlarından derlenerek oluşturulmuştur…

Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm Yorumları Göster
mutlakaoku.com | Pdf Kitap İndir | Telecharger Livre GratuitDescargar Libros Gratis | Free pdf download | Kostenlose eBooks |
0
Bu konuda sen ne düşünüyorsun? Yaz Mutlaka Okunsun...x